Konyaaltı kırsalındaki dağ eteklerinden fışkıran kaynak sularına fena dadandım. Hem buz gibi, hem tadı hoş, hem de bedava. Daya ağzını çeşmeye, kana kana iç… Getirdiğin kapları doldur. Bedava. Üstelik her birinin tadı, sertliği birbirinden farklı… İçinden süzülüp geldikleri dağın, kayanın yapısına göre değişiyor tatları. Ne günlerce güneş altında kalmış plastik kokusu var suda, ne de dünyanın parasını ödüyorsunuz hararetinizi gidermek için. Hem sağlıklı, hem bedava… Sadece Konyaaltı’nda değil, Akseki’de, Gündoğmuş’ta, Manavgat’ta, Kaş’ta, Antalya’nın her yerinde ‘suyun gözü’ sizi bekliyor. Antalya’yı üstünde yaşadığımız toprak parçası olduğu için anlatıyoruz da, işin özü, ülkemizin her yerinden kaynak suları fışkırıyor. Halkımızın deyimiyle, ‘Allah’ın suyu’. Fakat Allah’ın suyunu birileri paketleyip satıyor abi.
Kar suları kâr suyuna dönüştü
Kış aylarında dağların başına konan kar, güneşi görünce erimeye başlıyor ve kayanın, taşın, toprağın içinden süzülüp gelen kar suları, sermayenin ‘kâr sularına’ dönüşüyor. Marx’ın hanesine yazılan, ama aslında ona ait olmayan bir söz var: ‘Kapitalizm gölgesini satamadığı ağacı keser’. Bu sözün kime ait olduğu bilinmiyor, fakat kapitalizmi iyi tarif ettiği de aşikar. Söz Marx’a ait olmasa bile, Marksist çerçeveye uygun. Akbelen’de bir kova kömür için ormanı, ağacı kesen vahşi kapitalizm, azgın sermaye, dağdan akan suyu da şişeleyip satıyor abi. Kimin kaynağı bunlar? Kamunun… Senin, benim, bizim malımız… Mülkiyeti, kullanım hakkı topluma, halka ait… Birileri basıyor parayı, bu kullanım hakkını kiralıyor. Suyun gözüne tesis kuruyor, plastik şişelere doldurup, doldurup satıyor. Üretmediği suyu satıyor yani. Hem vahşice katlediyor doğayı, hem de o doğanın en yaşamsal ürünlerinden birini, yaşam kaynağı suyu pazarlıyor. Yarım litre su dünyanın parası. Sınırlarında nöbet tuttuğun, buğdayını ektiğin, ununu öğüttüğün, vergisini ödediğin, üstüne titrediğin bu ülke, yarım litre suyu parayla içiriyor sana.
Yurttaş olduğunu unutan yurttaş
Oysa ev, ulaşım, eğitim, elektrik, ekmek ve su bedava olmalıdır. Bunlar temel insan hakkıdır. Halka ait bir devlet, halkçı bir rejim, bütün bunları ücretsiz olarak yurttaşın ayağına kadar getirmekle yükümlüdür. Devlet, vatandaşın musluğundan içilecek kadar temiz su akıtmalıdır. Eğer akıtamıyorsa ona devlet denilemez. 30 yıl önce, 50 yıl önce bunları tartışan, bunları talep eden toplum sanki hafızasını yitirdi. Yurttaş olmanın ne demek olduğunu, ne anlama geldiğini, yurttaş haklarını, hukukunu unuttu insanlar. Devlet bir toplum sözleşmesinin üzerine yükselir. Meşruiyetini o sözleşmeden alır. Biz birlikte, güven ve barış içinde, müreffeh bir toplum olarak yaşamaya karar veririz ve bu kararı yürütmesi, organize etmesi için de bir kadroyla sözleşme yaparız. O kadroyu yetkilendiririz. Kullandıkları yetki bizim adımızadır. Bu işleyiş, 1789 Fransız Devrimi’nden bu yana süregelen bir mekanizmadır. Kaynağını Rousseau’nun ‘Toplum Sözleşmesi’ adlı yapıtından alır. O nedenle ‘devlet halkın hizmetkarıdır’ diyoruz. Yurttaşla devlet arasındaki ilişki, birinin ‘asıl’, diğerinin ise ‘temsili’ olmasına dayanır.
Havana, suyuna sahip çık kardeşim
İşin özü, gerçeği böyle… Fakat ne acıdır ki; yurttaşı yurttaş olduğuna, halkı halk olduğuna, asıl patronun kendisi olduğuna, iş verdiği kadroların, bürokratların bütün bu hizmetleri bedava sağlaması gerektiğine inandırmak gerekiyor. Yurttaş kendini ‘Osmanlı çocuğu’ sanıyor, halk hala bir ‘tebaa’ havasında. Böyle olduğu için de yarım litre suya dünyanın parasını ödüyor. Kiralık ev bulamıyor, çocuğunu okutamıyor, ulaşıma, ekmeğe, elektriğe maaşı yetmiyor. Maaşı niye yetmiyor? Çünkü enflasyonla soyuyorlar onu, döviz kurlarıyla soyuyorlar, özelleştirmeyle soyuyorlar, cahil bırakarak, örgütsüz bırakarak soyuyorlar. Emeğini satıyor, fakat ekmeği küçülüyor her gün. Ekmeği küçüldükçe daha çok çalışıyor. Eşini işe sokuyor, çocuklarını çırak yazdırıyor, fakat ekmek küçülmeye devam ediyor. İşte soygun. Seni böyle soyuyorlar güzel kardeşim. Konyaaltı’ndan bir delikanlının söylediği gibi, “Allah’ın suyunu parayla satıyorlar abi”. Suyuna, toprağına, ağacına, havana, ülkene, yurduna sahip çık güzel kardeşim.