2015 yılında çekilen ama 2115 yılına kadar kimsenin izleyemeyeceği bir film… Bu cümle başlı başına bir sanat manifestosu gibi değil mi? Fransız içki markası Louis XIII’in pazarlama stratejisiyle başlayan bu tuhaf proje, yönetmen Robert Rodriguez ve oyuncu John Malkovich’in imzasını taşıyor.
‘100 Years: The Movie You Will Never See’ yani ‘100 Yıl: Asla Göremeyeceğiniz Film’
Bir filmi çekmek ama sonra onu kasalara kilitleyip bir yüzyıl boyunca kimseye göstermemek… Bu fikir; hem kışkırtıcı hem de huzursuz edici.
Bu projede ne var? Bilmiyoruz. Filmin içeriği hakkında resmi olarak hiçbir bilgi paylaşılmadı. Fragmanlar var ama hiçbiri filmi göstermiyor ve sadece üç farklı gelecek senaryosuna atıf yapıyor. Yıkım sonrası distopya, yapay zekaya teslim olmuş bir toplum ve doğayla barış içinde yaşayan bir uygarlık. Hangisi gerçek film? Belki hiçbiri. Belki hepsi birer aldatmaca olabilir.
Belki de bu film hiç çekilmedi. Belki de kasada sadece boş bir kutu var. Belki de 100 yıl sonra film değil, fikir açılacak. Bunu hiçbir zaman öğrenemeyecek oluşumuz, projeyi daha da çarpıcı kılıyor.
Ve işin ilginç kısmı; bu gösterim için sadece 100 adet fiziksel bilet üretildi. Metal baskılı, özel davetiye niteliğindeki bu biletler dünyanın dört bir yanına dağıtıldı. Alıcıların isimleri açıklanmadı. Bu 100 kişi, biletlerini torunlarına, onların da çocuklarına miras bırakacak. Çünkü hiçbiri filmi göremeyecek.
Ama… Ya gerçekten film sadece bir film değilse? Ya bu 100 bilet, geleceğe gönderilmiş birer kurtuluş anahtarıysa?
Ve işte bütün bu parçaları birleştirince, zihnim beni ister istemez tanıdık ama hep ürpertici bir senaryoya götürüyor. Daha önce filmlerde defalarca izlediğimiz o kıyamet senaryolarına...
Ya bu bir film değilse? Ya bu, aslında yaklaşan bir felakete karşı hazırlanmış gizli bir planın parçasıysa? Belki de dünyanın başına gelecek çok büyük bir şey; iklim çöküşü, biyolojik kıyamet, teknolojik isyan… Belki de hepsi birden, uzun zaman önce öngörüldü. Ve bu filmi çekenler, bu öngörünün ışığında harekete geçtiler. Elit bir grup, felaketten etkilenmeyecek bir yer inşa etti. Bir tür yer altı şehri, iklimden, radyasyondan, saldırıdan uzak bir sığınak…
Ve o 100 bilet, aslında seçilmiş insanların torunlarına verilmiş bir giriş hakkı. Belki de film izleme bahanesiyle, o gün geldiğinde o kapılar yalnızca bu bileti taşıyanlara açılacak. Yeni bir dünyanın ilk sakinleri, bu 100 kişinin soyundan gelenler olacak.
Belki filmde bu sığınağın kuruluş süreci anlatılıyor. Belki de sonunda, fedakarlık yapan atalarına adanmış bir bölüm var. Gözyaşı, vefa, umut... Ve ekran kararır.
Kim bilir? Belki de bu bir film değil, bir manifesto. Ve biz, ekranı olmayan bu hikayeyi yalnızca dışarıdan tahmin etmeye çalışan meraklı izleyicileriz. Ama o merak… İşte o gerçek sanatın en güçlü silahı.