Kadın evrene benzer; çünkü isterse her dünyayı, yörüngeyi, gezegeni yaratabilir. Bir kara delik gibi bütün kötülüğü, mutsuzluğu, acıyı yutabilir. İstediği zaman yağmurları yağdırabilir, rüzgarları sakinleştirebilir. Toprağa hayat verir, ona renk ve nehirlerle dolu vadiler kazandırır. Kadın, sadece var olanı değil, aynı zamanda olması gerekeni de yaratma gücüne sahiptir.
Erkek gökyüzüne benzer; çünkü geceyi aydınlatır, yol gösterir, toprağı besler, bitkilere besin olur, suya ışık olur, yıldızlarla yol çizer. Güneş gibi sıcaklık ve enerji sağlar, hayatın devamını destekler. Erkek, geceyi aydınlatan yıldızlar gibi rehberlik eder, insanlara ilham verir ve onlara yol gösterir...
Tabii ki bu benzetmeler genellemelerdir ve her birey kendi özgün niteliklerine, kendi dinamiklerine sahiptir. Kadınlar ve erkekler arasındaki benzerlikler ve farklılıklar, zengin bir çeşitliliği ifade eder ve aslında cinsiyete indirgenmeyecek kadar da iç içedir. Her iki cinsin bir araya gelerek birbirlerini tamamlayarak birlikte büyük bir bütün oluşturduğunu anlamak, sanki evrenin sırrını çözmek gibi, o büyük sırrı bulmak gibi benzersiz. Çünkü bu birliktelik evrende dengeyi ve uyumu sağlıyor; çünkü her birey kendi benzersiz güçleriyle dünyaya katkıda bulunuyor.
İnsan olmak eşsiz ve biricik bir deneyim. Bazen yorucu, bazen eğlenceli, bazen üzücü ama hep heyecanlı. Yarın ne olacağını ya da bir dakika sonra ne olacağını hiçbirimiz bilmiyoruz. Ancak kadın ve erkek arasındaki bu benzetmeler, birbirlerinin eksikliklerini tamamladıkları, bir araya geldiklerinde güçlendikleri bir dengeyi ve deneyimi yansıtıyor. Dengenin bozulduğu zamanlara girip de şimdi canımızı sıkmayalım, onu başka bir yazıya bırakalım ve metaforlarla cinsiyetlere devam edelim.
Kadınlar, evreni şekillendirme gücüne sahipken erkekler, bu evrende birlikte var olmanın ve büyümenin bir parçası olarak gökyüzüne yıldızlar ekler. Kadın ve erkek, birbirlerine güç katar ve birlikte çalıştıklarında, evrenin derinliklerindeki dengeyi koruyan bir enerji haline gelirler.
Her bireyin, cinsiyetinden bağımsız olarak, kendi eşsiz özelliklerine sahip olduğunu anlamak önemlidir; çünkü erkekler de evren gibidir, kadınlar da gökyüzü gibidir, asla tek bir şeye indirgenemeyecek kadar anlamlıdır her insanın var oluşu.
Deneyimlerimizdeki zorluklar ve sevinçler, kadın ve erkeğin birlikte çalıştığında nasıl güçlü bir ekip oluşturabileceğini gösterir. Birbirimizi desteklediğimizde, yaşamın karmaşıklıklarıyla başa çıkabilir ve evrenin sunduğu sırları birlikte keşfederiz, bilirsiniz ki her şey birlikteyken daha güzel ve eğlenceli. Yalnızlık da çok kıymetli, yalnızlık da büyük bir değere sahip; ancak yine de çoğu kişi büyük ihtimalle tek başına mutlu olmayı tercih etmez. Çünkü kadın ve erkek arasındaki bu benzersiz denge, hayatın akışına bir anlam ve derinlik katar. Birbirimize destek olduğumuzda, yaşamın sunduğu sırları birlikte keşfettiğimizde, her şey daha anlamlı ve güzel hale gelir. Çünkü her şey birlikte paylaşıldığında, güzellik ve mutluluk katlanarak çoğalır.
Sözün özü cinsiyete değil insanlığa odaklanalım, cinsiyetin ötesindeki ortak insan deneyimine bir saygı duruşunda bulunalım. Çünkü her insan kendi özgünlüğüyle bir yıldız gibi parlamalı, var olmalı. Çünkü her bireyin kendi özgün güçleri ve anlamı var ve insanlık bir araya geldiğinde bu güçler daha da güçlenir. İnsan olmak, duyguları paylaşmak, birbirimize destek olmak, yaşamın anlamını keşfetmek; işte gerçek güzellik ve mutluluk budur. Emily Dickinson insan olmayı, duyguları, merhameti, şefkati bakın ne güzel anlatmış:
“Bir kalbi kırılmaktan koruyabilsem
Yaşamış olmayacağım boşuna
Bir hayatı acıdan kurtarabilsem
Bir ağrıyı dindirebilsem ya da
Ya da bayılan bir ardıç kuşunu
Koyabilsem yeniden yuvasına
Yaşamış olmayacağım boşuna”...