Sakin olun, yeni bir isyandan bahsetmiyorum. En az 500 yıllık bir isyanın izlerine basıp üzerinde yürüyüp çığlığını dinleyeceğiz. 1511 yılında, Döşemealtı’da bir handa yakılan ateşe elimizi uzatacağız biraz. Bizi de yakacak Şahkulu’nun ve Karamanlı sipahilerin yüzündeki yalım. Antalya ovasından Burdur’a uzanan Döşeme Boğazı... Antik çağlardaki ismiyle Klimax Geçidi. Her tür devletten, milletten, dilden, hatta insandan eski bir boğaz burası. En eski insan iki ayağının üzerine doğrulduğunda bile vardı burası. Bölgedeki insan izleri günümüzden en az 400 bin yıl önceye gidiyor. Anadolu toprağının 40 milyon yaşında olduğunu düşünürsek daha dünkü çocuk yani... Karain Mağarası’nı 400 bin yıl boyunca kesintisiz olarak kullanan insanlık, bu geçidi de karanlık çağlardan bu yana aşmış olmalı. Çünkü Döşeme Boğazı ovadan yukarıya, Bucak Platosu’na çıkan, oradan da Göller Bölgesi’ne bağlanan en kestirme yol. Sonuçta insan olma öykümüzü, tarihimizi, uygarlığımızı coğrafya, topografya biçimlendiriyor. Yani hikayemizin geçtiği, yaşandığı sahne bu. Boğaz üzerindeki yerleşim kalıntıları Helenistik döneme kadar gidiyor. Muhtemelen öncesi de vardı ama onları bugün göremiyoruz. Bugün gördüğümüz yaklaşık 6 kilometrelik iyi korunmuş döşeme yol ise antik çağ mühendislerinden Selçuklulara, Osmanlı’ya ve göçebe Yörüklere kalmış bir miras. 1930’lu yıllara, yani modern Çubukbeli Yolu yapılıncaya kadar da sürekli onarılarak kesintisiz şekilde kullanıldığı biliniyor.
Bütün yollar Roma’ya çıkar
Döşeme Boğazı’nın zirvesine yakın bir noktada bulunan mil taşında antik yolun MÖ 6 yılında, ilk Roma imparatoru Augustus tarafından yaptırıldığı yazıyor. Antik yol, Galatia Valisi Cornutus Arruntius Aquila denetiminde inşa edildi. Roma Cumhuriyeti’ni imparatorluğa çeviren Augustus döneminde yol yapım çalışmaları büyük önem taşıyordu. ‘Via Sebaste’, yani ‘İmparator Yolu’ diye anılan bu yollar Roma tarihi boyunca 80 bin kilometreye ulaştı. Side, Aspendos ve Perge’yi Burdur Bucak’a, oradan da Pisidia Antiokheia, yani günümüz Yalvaç’ına bağlayan Döşeme Boğazı yolu bu ulaşım ağının parçası. Yol sadece ticaret amaçlı değil, aynı zamanda askeri faaliyetler, Roma topraklarının her köşesine birlik göndermek için de planlandı. Döşeme Boğazı yolu da özellikle MS 3. yüzyılda yaşanan iç karışıklık, isyanlar ve saldırılara karşı asker sevkiyatı için yoğun olarak kullanılmış olmalı.
Antik çağların devlet konukevi
Yürüyüşçüler için müthiş bir peyzaj, etkileyici bir panorama, pastoral manzaralar sunan antik yol üzerinde mil taşları, lahitler, sarnıçlar, gümrük binaları, askeri yapılar yer alıyor. Yol boyunca antik çağ mühendisliğinin harikası sayılabilecek istinat duvarları, varyantlar, drenaj kanalları ve menfezler bugün bile duruyor. Zirvede göreceğiniz ve halen su tutan sarnıç sizi şaşırtacak. Dik bir merdivenle inilen sarnıcın zaman içinde sürekli onarıldığı, yakın tarihlere kadar kullanıldığı, Yörük göçlerinin duraklarından biri olduğu anlaşılıyor. Geçidin başında, yani Döşemealtı girişinde ise bir ‘mansion’ yapısı ziyaretçileri karşılıyor. Yakın tarihe kadar işlevi bilinmeyen bu yapının ‘mansion’ olduğu ortaya çıktı. Bu yapılar antik dönem devlet konuk evleriydi. Roma imparatorluğunun valisi, komutanı, generali seyahat ederken bu yapılarda konaklıyor, at değiştiriyor, dinleniyordu. Bu yapı aynı zamanda Roma dönemi posta teşkilatının, ulakların istasyonlarından biriydi.
Şahkulu’nun isyanı burada tutuştu
Zamanla bir sayfiye haline gelen ve Antalya kıyılarının sıcağından kaçan zenginlerin yamaçlara villalar yaptırdığı mansion çevresi küçük ölçekli bir yerleşim alanı, dinlenme tesisleri, dükkanlar, işlikler gibi yapıların bulunduğu bir yapıya büründü. Mansionu yaptırdığı düşünülen İmparator Maximianus’dan dolayı bu yerleşim ve ticaret bölgesi MS 4. yüzyıldan itibaren Maximianopolis adıyla anılmaya başlandı. Alandaki en büyük yapı olan han ise tarihimizdeki önemli bir isyanın tanığı... 1511’de başlayan ve Kütahya’ya kadar uzanan, hatta Bursa’ya yöneldiği bilinen ünlü Şahkulu isyanının bu handa başladığını, Kızılkaya’da bir mağarada yaşayan Şahkulu’nun bu hana gelip Karamanlı sipahilerle isyan ateşi yaktığını anlatıyor. Antalya’nın gizli, ücra, kanlı tarihini fısıldıyor bize. Alnımızda yalaz, düşlerimiz yanık, gelecek ayağı kırık bir geyik gibi önümüzde... Fakat güzel günler göreceğiz yine de, ha gayret!