Çok şükür. İstanbul Finans Merkezi’nin bankalar etabının açılış töreni de yapılmış.
Artık gelsin paralar, bizi kim tutar...
Kalkmış konuşmuş Timothy Ash diye biri. İngiliz ekonomist/stratejist mi neymiş. Ekonomimize dair yorum yapmış. Yabancı yatırımcının neden ekonomimize güven duymadığından bahsetmiş. Var mı öyle bir şey sizce? Yook. Tek sorun şöyle güzel, devasa bir finans merkezinin olmamasıydı. Ee malum oynamak için belki de yerimiz dardı. İstanbul Finans Merkezi’ni açtık ya, tamam, akacak şimdi paralar, gelsin USD’lar, Euro’lar. El alemin ekonomisti bizim ekonomimizden ne anlar? Cari açıkmış, enflasyonmuş, kurmuş, üretimmiş, alım gücüymüş, uygulanan para politikalarıymış, ekonomiye güvenmiş, oymuş buymuş geçiniz efendim bunları. Sonuçta bizim 7/24 zehir gibi çalışan hesap adamlarımız var öyle değil mi? Hep dış mihrak işi bunlar.
Oysa ekonomide sıkıntı mı var? Yok tabii. En yetkili ağızlardan duyuyoruz haber kanallarında işte, her şey ortada; “Biz gayet iyi yolumuza devam ediyoruz.”
Duyuyor ama duyumsamıyor, hissetmiyor musun? Ekonomiden anlamadığındandır, o senin suçun, kendi sorunun. Yoksa Cem Karaca’nın şarkı sözleri gibi “ekonomi tıkırında”... Ne var ki?
Görece kelimesi; “(bir şeye, bir kimseye) göre olan, kesin olmayıp kişiden kişiye, zamandan zamana, yerden yere değişebilen, varlığı başka bir şeyin varlığına bağlı olan (Google Oxford Languages kaynak)” olarak açıklanmış. Her şey göreceli.
Çoğu vatandaşımız beslenme/gıda, kira, güvenlik, sağlık gibi temel ihtiyaçlarını karşılayamıyorsa dön bak, refah içinde yaşayan, parasına para katan, biz yoksullaştıkça daha da zenginleşen insanlar da var aramızda. O zaman? Çoğumuz için dingil aksasa da teker dönmüyorsa da bak tepedekilere, ekonomi tıkırında.
Bilimmiş... İstatistikmiş. İstatistik de çalışılan evrenin kapsama alanıymış. Ama ne. Hep dış mihrakların gazı bunlar hep... Otur yerine.
Et, süt, yumurta almış başını gitmiş. Bırak eğitimi, çocuklarını dengeli beslemeyi bile beceremiyorsun. Karnın doyup başını sokabildiysen bir yere şükrediyorsun.
Çocuklar... Gözümüzün nuru, kıyamadıklarımız. Ama olmuyor, çocuk işçi sayısını düşürmeye çalışan teröristler de vardır şimdi aramızda? Ülkemizde çocuk işçi sayısı artmış yine. Geçim sıkıntısı her yanda..
Dün bir semt pazarında vatandaş, her şeyin kendisi için iyi olduğundan bahsediyor. Mutlu azınlıktan demek ki. Ufak kıyaklar sağlanmış kendisine. Düşünüyorum; “Yaşam, fiyatlar, ya diğer insanlar?”, gayet keyifli “Bana ne, ben bakarım kendi derdime” tarzında. İşte her şeyin çıkış noktası “Bana ne”...
Başka bir tezgahtan başka biri, “Unuttun mu” diyor, “Atalarının atın pisliğinden yiyecek ayıklayıp yediği günleri”... Ne yapmalı? Şükür halimize, iyi günlerdeyiz yine iyi. Bu neydi şimdi? Hadi o zaman herkes dönsün mağaralara. Kaldıysa ve sığışabiliyorsak onlara ve bıraktıysak yeşil alan herhangi bir yanda, hadi herkes için yiyecek ot/çöp toplama vakti. Avcı toplayıcı zamana dönüyoruz sanki. Müthiş...
Yıl 2023. Ücretlisi, emeklisi, emekçisi vatandaşın çoğu geçim derdinde. Tezgahlar el yakıyor, vatandaş düşünüyor, bir elindeki torbaya bakıyor ve bir de verdiği paraya.
Ne oldu birdenbire, nasıl oldu anlayamıyor. Omuzlar düşük, bakışlar düşünceli.
Bir işçinin konuşmasına kulak misafiri oluyorum sokakta; “Günde 20 saat çalışıyorum ekmek için”. Yok artık, abartıyor olmalı, 20?..
Özel sektörden emekliyim, çalışma hayatım geliyor aklıma. Mesleğin başlangıcında her şey çok güzeldi. Sonra bir şeyler oldu. Sabah 8.45 başlangıç, mesai bitimi mi? Rastgele. Müşteriye kapalı kapılar ardında devam eden saatler, kimi zaman (hatta bir dönem çoğu zaman) gece 11-12 mesai bitimi. En az 10-11 saat, kimi zaman 13-14 saat mesai. İnsan hakları, işçi hakları, hani yani insan? Hatta yetmezdi de toplantıda keyifle gezinen, patron temsilcisi yönetici “7/24 çalışacaksınız” derdi. 7 gün ve gün 24 saat... Yine aynı iktidar dönemi. Bitmemiş sömürü, bitmiyor emekçinin mesai çilesi.
Evet, bize ait olmayan, kullanamayacağımız, ulaşamayacağımız gösterişli binalar ve gösterişli söylemler arasında yaşam yolunu bulmaya çalışan bir halkız biz. Birileri için ekonomi tıkırında. Ya halkın mutfağı, borcu, yaşam zorluğu, barınması kısacası halkın ekonomisi? Dedim ya her şey göreceli. Bilimde evrenin kapsamı önemliymiş doğruluk payı için. Peki eğer toplumun çoğu geçim derdindeyse bu değerlendirme içinde biz neredeyiz? Yoksa gerçekten yok muyuz, hiç olmadık veya öldük de bilmiyor muyuz?
Şu bizim olan uçaklara, hani hepimiz görsün diye yollarda salınan TOGG’lara binip yine bizim olan saraylarda/binalarda mı yaşasak ki? Evet böyle düşünürsek ekonomi gerçekten tıkırında ve çok zenginiz, orası belli...
Aslında doğru, biz olmasak ekonomi sıkıntısız. Sıkıntı biziz. Çıkar sıradan vatandaşı, her şey şahane...
Umutsuzluk vazgeçiştir. Boyun eğmek, çaresizliği kabullenmek demektir. Şükür edebiyatı bile bir yere kadar.
Akıl sağlığıyla, güzellikle, bilimle, adaletle, mutlaka ama mutlaka aydınlık güzel günlere dair inancınızla ve umutla kalın. Bahara çeyrek var ve bu defa baharı sandıklara koymuşlar o baharı sandıklardan hep birlikte çıkartalım. Bahar tadında yaşayalım. Sevgi ve saygılarımla...