Görüntünün gölgesinde

Konyaaltı Sahili'nde yürürken, kıyıya yakın bir noktada, ahşabı güneşten solmuş, ipleri tuzla ve rüzgârla aşınmış bir salıncakla karşılaştım. Çerçevesine sarılmış kablolar, düğüm düğüm olmuş eski halatlar ve kimbilir ne zamandır orada duran kuru ot parçaları… Zamanın ve bakımsızlığın izleri, salıncağın her yerine sinmişti. Üzerindeki küçük metal levhada ise bir uyarı duruyordu: “Görsel amaçlıdır, hızlı sallanmayınız”. Bu cümle, orada duran yıpranmış salıncaktan çok daha fazlasını anlatıyordu. Günün geri kalanında zihnimden bir türlü çıkmadı.

Hepimiz performans öznesiyiz artık, hepimiz birer ürünüz. Derinlik diye bir şey bırakmadı bu düzen. Her şey gösteri toplumunun çarkları dönsün diye. Salıncakta sallanmak bile öyle…
Platformun üzerinde yazan uyarı aslında çağın ruhuna dair bir manifesto gibi: “Görsel amaçlıdır, hızlı sallanmayınız.”
Her şey uzun süredir görsel amaçlı değil mi zaten? Her şey yüzeysel. Her şey geçici. Her şeyin anlamı boşalmış.
Ama asıl hızlı olan biz değiliz; bizi sallayan şey kapitalizmin kendisi. Öyle bir hızla savuruyor ki nereye yetişeceğimizi şaşırıyoruz. Bizden yavaşlamamız bekleniyor ama yaşamın ritmini biz belirlemiyoruz ki. Dışarıdan yazılmış kurallarla görünür olma telaşıyla görsel amaçlı dekorlarla çevrili bir hayatta, insanın kendi hakikatine tutunması bile başlı başına bir direniş oluyor.

Bu yıpranmış salıncak, zamanla, toplumla ve kendi içimde biriktirdiklerimle yüzleşmeme vesile oldu. Zaman hızlandıkça insanın yavaşlamaya, derinleşmeye, kendi sesini duymaya daha çok ihtiyacı var. Çünkü bizi hayatta tutan şey görüntü değil; duruşumuz, emeğimiz, doğruluğumuz ve hayatı nasıl anlamlandırdığımız.

Ve belki de en acı olan, bütün bu koşuşturmanın ortasında, herkesin aynı gösterinin parçası hâline gelmesi. Kime baksak benzer kaygılar, benzer çabalar, benzer yükler… Farklı hayatlar yaşadığımızı düşünüyoruz ama aslında aynı baskının altında aynı adımları atıyoruz. Bu yüzden, o salıncağın yıpranmış haline bakarken, bir an için hepimizin ne kadar kırılgan olduğunu hatırladım. Kaba bir rüzgâr bile yönümüzü değiştirebiliyor.

Toplumun bizden talep ettiği performans arttıkça, gerçek ihtiyaçlarımız arka plana itiliyor. İnsan ilişkilerimiz hızın gölgesinde sarsılıyor; dayanışma, sohbet, emek, paylaşım… Bunlar artık hayatın yan unsurları gibi. Oysa yaşam tam da burada anlam kazanıyor. Salıncağın üzerinde yazan uyarı, belki de bize farkında olmadan şunu söylüyor: “Hayatın dengesini koru.”

Belki de tek yapmamız gereken, dünyaya karşı kendi tempomuzu yeniden kurmak. Başkalarının çizdiği sahnelerden uzak, daha sahici bir yön bulmak. Çünkü görüntü hep oyalanır; fakat insanın kendi adımları, kendi tercihi, kendi emeği iz bırakır. Salıncağın ipleri nasıl aşındıysa biz de zamanla biçim alıyoruz. Salıncağın iplerinde biriken o yorgunluk, kayıp sanılan her izden yükselen bir hatırlatmayı taşıyor.

Sizi bilmem ama bence hayat, tam da böyle anlarda kendini gösteriyor. Bir sahilde karşımıza çıkan eski bir salıncak bile insanın koşuşturma içinde unuttuğu yönünü yeniden düşünmesine yol açabiliyor. Herkesin aynı yarışa sürüklendiği bir zamanda, böyle küçük karşılaşmalar bize nefes aldırıyor. İnsanı ayakta tutan şeyin gösteri değil, emeğiyle kurduğu düzen olduğunu anımsatıyor. Ve biz, bütün o hızın ortasında, kendi yolumuzu bulmak için hâlâ imkâna sahibiz.

O zaman farkındalık dolu anlara… İnsanın kendi hikâyesini yeniden duyabildiği, dünyanın gürültüsüne rağmen yönünü seçebildiği o eşsiz aralıklara…