Hayatımızın ikilemi

Tempolu yaşamlarımızın içinde kendimizi sık sık 'çok yapmak' ve 'hızlı olmak' baskısı altında buluyoruz. İşlerimizi yetiştirmek, projelerimizi tamamlamak, sosyal hayatımızı sürdürmek derken adeta koşturuyoruz. Ancak bu sürekli koşturma içinde kayboluyor, kendimize ve gerçek ihtiyaçlarımıza yeterince zaman ayıramıyoruz.

Modern hayatın getirdiği birçok imkânın yanı sıra götürdükleri de çok fazla bana kalırsa. Elbette, aktif ve üretken olmak önemlidir. Hayatımıza anlam katan faaliyetlerde bulunmak, hedeflerimize ilerlemek ve başarılar elde etmek bizi mutlu eder. Ama yine de 'çok yapmak' yerine 'doğru yapmak' üzerine odaklanmak da galiba işin sırrı. Zamanı daha etkin kullanmak, daha fazla üretken olmak istiyoruz. Biz mi istiyoruz yoksa hayat mı bizi buna zorluyor bilemiyorum gerçi. Ancak bu süreçte kendimizi tüketebiliyoruz. İşte bu noktada 'yavaşlamak' kavramı devreye giriyor. Frene basmak gerekiyor.

Yavaşlamak dediğim, hayatın keyfini çıkarmak, içimize dönmek ve gerçekten ne istediğimizi sorgulamak. Biraz durup nefes almak, çevremize göz atmak ve derin bir nefesle hayatın akışına katılmak. Biraz yavaşladığımızda hayatı daha net görüyoruz.

Ancak bu ikilemde dengeyi bulmak önemli ve bir o kadar da zor. Çok yapmak ve hızlı olmak da hayatta başarı ve tatmin sağlayabilir tabii ki. Ama yine de iş dünyasında rekabetin artması, sürekli olarak daha fazlasını başarmak üzerine baskı yaratırken yavaşlamak ve dinlenmek adeta bir lüks gibi algılanabiliyor ne yazık ki.

Peki, nasıl olacak bu yavaşlama işleri?

İnanın sürekli elimizde olan cep telefonlarından bile bir süre uzaklaşmak, arkada ses olsun diye açtığımız televizyonları kapatmak ya da bizi gerçekten yoran bir insanı hayatımızdan çıkarmak o kadar da zor şeyler değil.

Sadece, kendi hayatımızdaki başrolün biz olduğunu daha sık hatırlamalıyız.