Kalkın, yeniden deniyoruz

Önce arkadaşım Ali Kemal Sağlam’ın bir değerlendirmesini paylaşmak istiyorum: “CHP 2018 genel seçimlerinde sadece 6 ilde birinci parti olabildi. Aldığı oy ise yüzde 22 civarında idi. Bugün de gerçek oyu o civardadır. Kılıçdaroğlu, bu oya rağmen toparlayıcı politikalarla önce 2019 seçimlerinde Ankara ve İstanbul’u AKP’den aldı. Pazar günkü seçimler öncesi herkeste yüzde 50’yi geçebileceği inancı yarattı. Sandıktan çıkan sonuç beklentilerin altında kalsa da CHP’nin kendi boyuna göre çok büyük başarıdır. Erdoğan kaybetmekten korktu. İkinci turda da korkusu devam edecek. Kılıçdaroğlu gerçekten ‘olmaz’ denileni olabilecek kerteye getirmiştir. İkinci tur için enseyi karartmadan yola devam etmek lazım”. Bugün tam da bu konuyu konuşacağız işte. Birinci turda kazanma ihtimali nasıl vardıysa ikinci turda da aynı şekilde vardır.

Atatürk’ün boynunda idam fermanı

Ağzını açanın ne kadar Atatürkçü olduğunu anlattığı, Atatürkçülükte yarıştığı bir ülkede şu an içine düşülen umutsuzluğu, milletin birbirine geçirdiği hayal kırıklığını ve hatta bu kırıklıktan beslenen tuhaf öfkeyi anlamak mümkün değil. Atatürk Anadolu’da bayrak açtığında boynunda idam fermanı vardı. Hemen atlamayın bu sözcüğü, üstün körü okuyup geçmeyin. Tekrarlayalım: ‘İdam fermanı’... Boynunda idam fermanıyla halkın önüne geçen, Kurtuluş Savaşı’nın fişeğini ateşleyen, işgal ordularının karşısına dikilen Atatürk, ya sizin gibi küsseydi, ‘ben oynamıyorum’ deseydi, kenara çekilseydi, ne olurdu? Halk yine bir yolunu bulurdu elbet ama Kurtuluş Savaşı dediğimiz destan, bu toprakların ateşle, ihanetle sınavı böyle yazılır mıydı? ‘Atatürkçüyüm’ diye söze başlayan niye yılgın o zaman? Niye kırgın? Niye havlu atmış? Madem Atatürkçülüğünüz, solculuğunuz, demokratlığınız, ülke aşkınız, yurt sevginiz, geleceğe ilişkin düşleriniz buraya kadardı, madem ilk turda havlu attınız, gidin teslim olun o zaman.

100 yıl önce çalınan nöbet düdüğü

Cumhuriyetin 100. yaşını kutladığı bugünlerde ikinci bir kurtuluş rüzgarı estirdiniz, herkesi çağırdınız sofraya, kabul etti insanlar, katıldı. Hani ikinci bir Kurtuluş Savaşı olacaktı bu? Hani 100 yıl önce kurulan cumhuriyet kurtarılacaktı? Niye bizi meydanlarda, sokaklarda, ortalık yerde bırakıp kaçıyorsunuz evlerinize? 100 yıl önce kanla, barutla, gözyaşıyla kurulan bu ülkeyi, sen bugün bir pusulaya mühür vurarak savunamayacak mısın? Büyük bir coşkuyla, heyecanla, gözlerinden yaş gelerek anlatıyorsun Kurtuluş Savaşı'nı, bu halkın ateşle ve ihanetle imtihanını, ama sıra sana gelince, nöbet senin siperine dayanınca ayağa kalkmak istemiyorsun. Sana bu ülkeyi bırakmak için, kimsenin önünde eğilmeden yaşaman için, özgür bir gelecek için savaşanları, ölenleri, her cephede bir yanını bırakanları düşün. Sonra onların bıraktığı yerden bayrağı alanları, fabrikalar, okullar, demiryolları kuranları, ellerinin nasırıyla, alınlarının teriyle bu cumhuriyeti büyütenleri, yaşatanları düşün güzel kardeşim. Ya onlar da senin gibi umutsuzluğa kapılsaydı, yılsaydı, havlu atsaydı, sorumluluk üstlenmeseydi?

‘Biz yenilirsek, kalkar yine deneriz’

“Ateşi ve ihaneti gördük” diyor ya Nazım; o devam etsin kaldığı yerden: “Demir / kömür / ve şeker / ve kırmızı bakır / ve mensucat / ve sevda ve zulüm ve hayat / ve bilcümle sanayi kollarının / ve gökyüzü / ve sahra / ve mavi okyanus / ve kederli nehir yollarının / sürülmüş toprağın ve şehirlerin bahtı / bir şafak vakti değişmiş olur / bir şafak vakti karanlığın kenarından / onlar ağır ellerini toprağa basıp / doğruldukları zaman”. Ben buna halen inananlardan biriyim. Bu bir duygudur ve bizim topraklarımızda birçok şeyden önce gelir. İnattır, iradedir, kararlılıktır. Bütün bunların üstüne Fidel Castro’ya atfedilen bir cümleyi de ekleyelim: “Biz yenilirsek kalkar yine deneriz, diktatörler yenilirse bu onların sonu olur”. Bu söz gerçekten Fidel’in mi, bilmiyorum ama en azından onun dünya görüşüne, yaşam algısına aykırı değil. Cuk diye oturuyor. Yılgınlık yok, kalkıp yeniden deniyoruz. Kalkın yataklarınızdan, çıkın evlerinizden, dökülün yollara, gördüğünüz, göreceğiniz, elinizin, aklınızın yetiştiği herkese ulaşın, anlatın, çağırın, yakın çoban ateşlerini. Her şey çok güzel olacak!