Antalya’da hız kesmeden süren bir ‘Coğrafi İşaret Seferberliği’ var. Her gün bir ilçeden yeni bir ürün tescil için başvuruyor. Yöresel yemeklerden tatlılara, tarım ürünlerinden el işlerine kadar 200’e yakın ürünün tescillenmesi için çalışmalar yürütülüyor.
Bunlar güzel gelişmeler… Çünkü bu topraklarda yetişen, bu kültürün parçası olmuş her bir ürünün tescillenmesi demek, gelecek kuşaklara aktarılması demek. Kim bilir, belki de unutulmaya yüz tutmuş bir tat, bu sayede yeniden hayat bulacak.
Ancak ben, tescil edilen ürünlerin geleceğini daha çok önemsiyorum.
Çünkü bir isim, bir logo ya da bir belgeyle koruma altına alınan her ürün, toprağında, üreticisinde yaşam bulmadığı sürece sadece bir tabeladan ibaret kalıyor.
ALTIN SUSAMIN HİKAYESİ
Geçtiğimiz hafta, Manavgat’ın ‘Altın Susamı’nın hasadına tanıklık ettim.
Adı gibi altın değerinde bir ürün bu; tadıyla, lezzetiyle, dünyaca ün salmış bir lezzet ama üretim süreci zahmetin ve sabrın kitabı gibi.
Manavgat’ın Bereket Köyü’nde çiftçilerle birlikteydik. Yağmurdan sonra tarlalar çamur içindeydi, hasat tamamen elle yapılıyor. Önce susamlar yolunuyor ve desteleniyor. 12 desteden bir kümül yapılıyor. Susam demetleri kümüller halinde dikilip 10-15 gün güneşte kurutuluyor. Ardından sopa ile dövülüyor, değirmene gidiyor, eleklerden geçiriliyor. Her aşaması alın teriyle yoğrulmuş bir süreç. Hasat demek tatlı bir yorgunluk, bir gurur bir mutluluk değil miydi? Ama çiftçinin yüzünde çaresizlik, hüzün ve tedirginlik vardı.
“Emeğimizin karşılığını alabilecek miyiz?” Bu bir sorudan daha çok öğrenilmiş bir çaresizlikti. Maliyetler her geçen gün artarken susamın fiyatı yerinde sayıyor.
En büyük yük işçilik. Her yıl işçi giderleri katlanıyor, susamın kilosu 130 liradan işlem görüyor ama çiftçinin eline pek bir şey kalmıyor.
Bir de gençlerin ilgisizliği var. Çiftçiler, “Biz susam üreticilerinin son nesliyiz” diyor.
Kimse toprağa dönmek istemiyor, kimse güneşin altında o zahmete katlanmak istemiyor.
TARLALARIN SESSİZ TEHDİDİ
Bir diğer tehdit ise örtü altı tarım; beyaz deniz…
Alanya’dan Manavgat’a uzanan hattı artık muz ve avokado seraları kaplamaya başladı.
Bugün pazarda bir avokado 60 liradan satılıyor. Cazip fiyatlar, açık arazileri tehdit ediyor.
Bu koşullarda kim susam ekecek?
Altın Susam’ın geleceği maalesef sisli.
Çiftçiler o kadar güzel bir söz söylüyor ki durumu özetliyor aslında: “Çiftçinin karnını yarmışlar, 40 tane gelecek yıl çıkmış.”
Her yıl tövbe ediyorlar ama toprak boş kalmasın diye yeniden ekiyorlar.
Çünkü toprakla kurulan bağ, kar hesabından çok daha derin bir şey.
TOPRAĞIN GÖLGESİNDE KALAN GERÇEKLER
Aynı gün akşamında, bir otelde Altın Susam’dan yapılmış tahinin tanıtım etkinliği vardı.
Işıklar altında parlayan tabaklar, özenle hazırlanmış sunumlar, alkışlar…
Oysa birkaç saat önce o susamlar çamurun içinde, güneşin altında, sessizce dövülüyordu.
Bir yanda toprağın üstünde terleyen eller, diğer yanda aynı emeğin hikayesini anlatmadan parlayan spot ışıkları.
Belki de asıl tanıtım o tarlada yapılmalıydı, emeğin ve alın terinin ortasında.
Keşke herkes o elleri, o emeği, o çiftçilerin yüzlerindeki derin çizgileri görebilseydi.
Belki o zaman ‘Coğrafi İşaret’ sadece bir tescil değil, bir bilinç olurdu.
Bugün susamın geleceği tehdit altında
Yarın başka bir ürünün olabilir.
Eğer üreticinin sesi duyulmazsa bu toprakların zenginliği yavaş yavaş sönüp gidecek.
Belki de biz, coğrafi işaret belgeleriyle avutulurken asıl değer toprağın içinde sessizce kayboluyor. Hep bir sahipsizlik hissi…
ALTIN SUSAM İÇİN BİR ÇAĞRI
Şimdi tam zamanı; Altın Susam için bir çalıştay, bir gelecek planı, bir ortak akıl buluşması yapılmalı. Kağıt üzerindeki tescillerin ötesine geçip çiftçinin sesini duyan, üretimi sürdürülebilir kılan bir sistem kurulmalı.
Çünkü coğrafi işaret, sadece bir belgenin değil; toprağın, emeğin ve kültürün de tescilidir.