Şimdi yazacaklarım tüm psikolojik gerçeklere ve biraz da kendi düşüncelerime ihanet olmayacaksa eğer yazmak istiyorum. Bu yazımı sanırım biraz günlük niyetine kullanıp içimi dökeceğim burada. Çünkü biliyorum ki, uçlarda yaşanmasını dileyip de sıfır noktasına indirgenen birçok duyguda buluşacağız.
İçimizde, bizi biz yapan duygular eğitilir mi ya da eğitilmeli mi?
Uçlarda yaşayamaz mıyız?
Derdi, kederi, sevinci, heyecanı?
İlla bir ortasını bulmak şart mı ki bu duyguların?
Bir an olsun zihnimizle bağımızı koparıp atıversek sonra da en azından yaşadım, denedim desek mesela.
Gördüm ki en düzgün, en aklı başında, en mantıklı kararlar ve hatta en iyiyi içerisinde barındıran ne olursam olayım; kimsenin adaletinde iyinin karşılığının en iyi olmadığını gördüğümden beri varsın dilediğimce sinirli, üzgün ya da heyecanlı olayım. Kimsenin adaletinde iyi olmayı da umursamıyorum artık. Kendi duygularımı birilerinin yargısız infazına kurban etmektense, varsın sinirli anlarımda yakan ben olayım. Sonunda yine yananın ben olacağını bilsem de… Ne olur ki sanki? En fazla yandım, bittim hatta kül oldum derim. Ama Nietzsche’nin de dediği gibi ‘Gerçekten kül olmadan kendinizi nasıl yenileyebilirsiniz?’
Belki de bu yüzden artık tek gayem; uçlarda hissettiğim her duyguyu, dilediğim an uçlarda yaşayabilmek. Artık dünyamın yörüngesi; kendim ve hissettiklerim olsun. Belki de birilerinin ekseninde dönerken kendi yörüngemi kaybetmek ürkütücü gelmeye başladı son zamanlarda.
Beni en; kendi halimle küstüreceklerse, en fazla kendi kabuğuma çekilirim artık. Baktım, hissettiklerim bir kaba sığmıyor ama taşmayı da beceremiyor, taşırırım bir anda. Çünkü duygularını kontrol altında tutmaya çalıştıkça insan, aslında hayatının kontrol kumandasını kaybediveriyor.
Neden insan dilediği gibi güler de dilediği gibi ağlayamaz ki?
Bir kaba zorla tıkıştırmaya çalıştığımızdandır belki. Bırakalım da taşsın artık.
Duygularımı sadece dışarıdan izlemeye başladığımda onları anlamlandırabildiğimi ve düğüm olmuş tüm duygularımın bağını çözebildiğimi gördüm. Tutunamadığımız her duyguymuş aslında bizi çıkmaz sokakta hissettiren. İçimizde büyüttüğümüz her duygu ise esasen bir gün ayrı ayrı yüzlerini göstereceği güne hazırlanıyormuş.
Öyle bir yer işte dünya; herkes birbirini sadece iyi özelliklere sahipken sevmeye o denli alışmış ki, hiç kimse birisini eksikleriyle, üzüntüsüyle belki biraz sinirli anında sevmeye hazır değil ve hatta hiç hazır olamayacak gibi…
Galiba bizi değil, olmamızı istedikleri kişiyi seviyorlar.