Antalya arkeoloji zengini, tarih zengini bir şehir… Sadece Türkiye’nin değil, muhtemelen dünyanın da arkeoloji başkenti. Hep turizm ve tarım başkenti diye lanse ediliyor, bu arkeolojik varlığı, zenginliği görmezden geliniyor. Patara, Termessos, Side, Phaselis, Olympos, Tlos, Ksanthos, Limyra, Arykanda, Myra, Andriake, Sillyon, Selge, Aspendos, Lyrbe gibi yüzlerce antik kente, yerleşime sahip. Bu marka kentlerden en önde geleni de Perge… Antalya merkeze çok yakın olduğu, tramvayla ulaşılabildiği halde kaç kişi ziyaret etmiştir acaba? Antalya’daki kent bilincinin ölçütlerinden biridir bu. Çıkacak sonuç Antalyalıların kente ilgisini gösterir. Perge anlatmakla, keşfetmekle, yazmakla bitmez. Elbette diğer kentler de öyle… Bu kentleri fırsat buldukça anlatmak, gündeme getirmek gerekir. Bugün kenti kuşatan surları anlatalım mesela. Perge kabaca iki bölüme ayrılır: Akropolis ve aşağı şehir… Akropoldeki yerleşimin geç Kalkolitik-erken Tunç devrine kadar indiği tespit edildi. İlk savunma sistemi de bu bölgeyi kuşatıyordu. Dik kayalıklar üzerinde bir tepsi gibi yayılan akropol etrafındaki surlar günümüzde kısmen izlenebiliyor. Pers-Yunan savaşlarında birkaç kez el değiştiren kentin MÖ 5. yüzyılda büyük bir yıkım yaşadığı, muhtemelen bir saldırıyla altüst olduğu düşünülüyor. Helenistik dönemde, İskender’in ardılları arasında yaşanan savaşlara sahne olan Perge daha sonra akropolden aşağı doğru yayılmaya, genişlemeye başladı. Günümüzde üç yanını kuşatan sur kalıntıları ağırlıklı olarak bu dönemden kalma. Sonrasında ise Roma ve Bizans çağlarında elden geçirildiği, onarıldığı, yeni bölümler eklendiği biliniyor.
İskender’i davet eden kent
Aşağı Şehir geniş bir alana yayılmasına karşın surlar mümkün olan en kısa ve düz yolu izleyerek kenti sarar, tiyatro, stadyum ve nekropolleri dışarıda bırakır. Hızlı hareket etme olanağı sağlayan düz savunma hattı sayesinde kentin korunması için az sayıda asker yeterli oluyordu. MÖ 334’te İskender Pamfilya’ya geldiğinde, Aspendos ve Sillyon direnirken, Perge’nin karşı koymadan, hatta bizzat İskender’i davet ederek teslim olması, akropolisin güneyindeki düzlüğe yayılmaya başlayan kentin henüz surlarla çevrilmediğini düşündürüyor. İskender’in ölümünden İpsos Savaşı’na (MÖ 301) kadar geçen dönemde Antigonos’un hüküm sürdüğü Pamfilya, daha sonra Ptolemaioslar ve Seleukoslar arasında sürekli el değiştirdi. MÖ 188’de imzalanan Apameia antlaşması sonrası Perge’ye gelen Roma konsülü Manlius Vulso’u Seleukos garnizonunun komutanı karşıladı ve kenti teslim etti. Seleukos garnizonunun varlığı, bu dönemde güçlü bir savunmaya sahip olduğunu gösteriyor.
Got ordusu kapıya dayandı
Surların en erken evresine tarihlenen kulelerde görülen özenli işçilik büyük olasılıkla Seleukoslar döneminde yapıldığına işaret eder. Bu dönem muhtemelen aşağı şehir yerleşiminin de başlangıcı.
Müjde Türkmen’in yaptığı çalışmaya göre, surlar MÖ 218 ile 188 arasında yapılmış olmalı. Pax Romana ile birlikte surların işlevini yitirdiği ve güneye doğru genişleyen şehrin sur dışına taştığı görülür. Barış döneminin sona ermesiyle birlikte, MS 3. yüzyılın ikinci yarısında yaşanan Got ve Sasani saldırıları nedeniyle birçok şehir gibi Perge de surlarını güçlendirmek, yeniden inşa etmek zorunda kaldı. Bu dönemde Perge’de sürekli bir Roma birliğinin bulunduğu ve ordu kasasının kente taşındığı biliniyor. 4. yüzyıl ortalarında Roma egemenliğine isyan eden İsaurialıların saldırılarına karşı surlar güçlendirilmiş, kentin güneye doğru genişleyen kısımları surla çevrilmeye başlanmış olmalıdır. 5.-6. yüzyıllarda surlara eklemeler yapılmış, 7. yüzyıldan sonra ise Arap akınlarının baskısıyla aşağı şehir terk edilmiş ve halk akropolise çekilmiştir.
Üç ana giriş ve üç tali kapı
Perge surlarındaki kuleler, kentin simgesi olan yuvarlak Helenistik Kuleler dışında, dörtgen planlıdır. Sur duvarından dışarı çıkıntı yapan kulelerin çoğunun arka duvarları yoktur ve sur duvarına yaslanmışlardır. Sur duvarından dışarıya taşan kulelerin, yaklaşan düşmanı ok ve mızrak atışıyla uzak tutmada etkili olduğu biliniyor. Ana kapılar, doğu-batı ve kuzey-güney doğrultulu sütunlu caddelerin uçlarında yer alıyor. Şehrin güneye genişlemesiyle Geç Dönem Kapısı ana giriş işlevini üstlendi. Doğu-batı caddesinin batı girişindeki kapı, aynı zamanda Batı Nekropol’e giden yolun başlangıcını işaret eder. Caddenin doğu girişinde, Doğu Nekropol’e ve kentin Aksu çayı üzerindeki limanına açılan yolun başında olduğu düşünülen kapıya ait kalıntı bulunamadı. Kentteki savunma amacıyla değil, ana kapıların sağlayamadığı gereksinimleri karşılamak üzere inşa edilmiş üç tali kapı saptandı. Güney kısımdaki tali kapının, eşiğindeki tekerlek izleri ve bunların yönüne bakılırsa, limandan gelen malları taşımak amacıyla yapıldığı düşünülebilir. Doğudaki ikinci kapıyı da araba trafiğiyle ilişkilendirilebiliriz. Batı tali kapı ise, Güney Hamam’a gerekli odunun taşındığı ve hizmetlilerin kullandığı bir servis kapısıydı muhtemelen.