Ruhun derin sesi

İnsan illaki kendisini anlatmaya çabalamak zorunda mıdır?

Anlatmadan anlayamaz mı beni; bir adım ötemdeki, sustuklarımı duyamaz mı? Bazen bağırsan da seni anlama niyetinde olmayan kimse sesini duyamıyor galiba. Duyuramıyorsun ne yapsan da… Anlama çabası olana fısıltın bile yeter belki. Önce ruhuyla duyabilmeli ama insan.

Kendini anlatmak için insanüstü bir çaba sarf ettiğindeki uzun soluk alışlar ağır çekime alıyor sanki yaşamı. Ve öyle bir çıkmaza sokup tam da istemediğin anda durduruveriyor zamanı.

Öyle bir paradoks ki bu; bizi var eden şeyleri kucaklamaya çalışırken anlaşılmadığımızda aynı yolda yürüdüklerimize de istemsiz küsüşlerimizin olduğu, her anlayışın arkasında aslında bir anlaşılma isteği ve umudu.

Karşımdaki insanın yaşamında öylesine savurduğum kelimelerin bedeli ne oluyor diye düşünmek çok mu meşakkatli veya aşılması güç bir dağlık mı acaba?

Belki bir bakışımdan, gelişigüzel kurduğum bir cümleden ne demek istediğimi anlayan birileri olsa, bu kadar ıssız bir yer haline gelmeyecek dünyam.

İnsan anlaşıldığı kadar var olmuyor mu oysaki. Aslında en temel ihtiyaç budur bence, anlaşılmak… Ama insanoğlu olumsuzlukları anlamlandırmaya daha meraklı sanki.

Bir türlü anlaşılamadığını düşündüğü yerde,  insan iki ayakkabısının bağcığı birbirine bağlıymış gibi hissediyor. Bu konuda hissettiğim duyguların, sanırım bir kelime anlamını bulmakta ben de güçlük çekiyorum.

Söyleyeceğim her kelimenin daha iyi halini ararken kendimi kaybetmiş bile olabilirim. Aslında anlamak o kadar da zor değil. Sadece gerçek bir bağ gerektiriyor olabilir.

Bakmakla görmek arasındaki ince çizgide yürümek, farkına varmak, ama daha çok farkına varmayı istemek o anı iki eş parçaya bölüp paylaşmak gibi sanki. Yan yana olmak değil, gerçekten yanında olduğunu hissettirebilmek asıl olan. Sevilmekten daha yücesi ise anlaşılmak.

Beklentiye girmek aslında çoğu zaman sadece beklemekten ibaret. İnsanların birbirini anlayabilmesi aynı algılara sahip olmayı gerektiriyor. Aynı şeyi düşünmek değil lakin ortak payda algısına sahip olabilmeyi gerektiriyor en çok. İnsanı insan yapan her şeyin toplamı ve başlangıç noktası değil mi bu?

Tüm kelimelerin yetersiz kalıp anlamını yitirdiği derin bir okyanusta kapıldığın fırtına misali kaybolmuş hissettirebiliyor, anlaşılmadığını düşündüğün yerde kalmaya çalışmak. Kendi iç dünyana dönüşün ve iç dünyanı açıklayabilmek adına kurulan benzersiz kelimeler bazen yabancılaşmanın burukluğunu barındırır üstünde.

An ve anda anlaşılmak. Ve anlayarak ana karışmak. İnsanın en büyülü gerçeği bu. Yalnızca anladığı kadar var edebiliyor birini.

Ben ne anlatırsam o kadarmışım, halbuki anlaşılmak böyle bir şey değil ki. İnsan yalnızca anlaşıldığını düşündüğü yerde dinlenir, bir ağacın gölgesinde nefeslenir gibi.