Siyaset ve seçim

Herkesin bir ilgi alanı vardır. Kimi müzik, kimi spor, kimi resim vs. ile uğraşır. Benim de toplum, toplumsal kurumlar, davranışlar, değişim ve dönüşümler, insan, tarih ve dolayısıyla sosyoloji ve siyaset özel ilgi alanım. “Neden” ve “Niçin”ler  arasında dolaşır kalırım. Tek bir bakış yetmez bana, çayda bile harmanı severim, bilgileri harmanlarım. Herhangi bir konuda kişinin “Oldum” demesi, “Ben bilirim” demesi ukalalıktır ve yalandır bence. Bilgi, sonu belirsiz bir dehlizdir.

Uzunca süre, hatta yıllar önce, sıradan, uygun ücretli (o zamanlar uygundu tabii) bir gezide karşılaştığım ve hiç tanımadığım bir kadın siyasetle ilgili ne düşündüğümü sormuştu bana...

“Siyaset insanları kullanma sanatıdır” demiştim, “Ne kullanmayı severim, ne de kullanılmayı. Sunulanı elekten geçirir, doğru bildiğim yolda ilerlerim. Eşitlik, özgürlük, adalet, hukuk, barış, insan haklarıdır benim temel prensibim”...

Son dönemde siyaset arenasında siyasileri izledik hep birlikte.

Önce milletvekillerini, sonra da cumhurbaşkanını seçtik önümüze konan sandıklarla, seçimle.

Hep söyledik, hep yazdık ve konuştuk birlikte. Alabildiğine adaletsiz bir yarıştı, tozu dumanı bol, kirliliği bol bir arenaydı. Fanatizm tehlikelidir dedik, ortam kirli. Bir körebe oyunundayız, açalım gözlerimizi, düşüncelerimizi. Ayıklayalım her şeyi ve dağıtalım kirliliği. Devletin ideolojik ve bürokratik aygıtlarının (bkz; Louis Althusser’in çalışmaları) sonuna kadar kullanıldığı ve özellikle 4. güç addedilen, tarafsız ve halkın yanında olması gereken medyanın dahi propaganda malzemesi yapıldığı bir seçim atmosferiydi yaşadığımız. Bu ana akım medya, söylem ve yorumlarıyla sanalın giremediği her noktaya, toplumun alışkanlığıyla çok rahat girebiliyor. Propaganda önemliydi, demagoji, popülist söylem önemli. Halkın çoğu buna dikkat ederdi. Bu güçle tabii ki sesi kuvvetli çıkan ve her yere ulaşan kazandı. Dedim ya, adaletsiz bir seçim süreciydi.

Sonuçlara baktığımızda, aslında gerçek anlamda kazanan galip değil, dikkatli bakmak önemli. Meydanlar, ana akım medya şu an halen görevini yerine getirmeye çalışıyor. Amaç algı yönetimi. Bu daha devam edecek olabildiğince. Muhalif görüşleri ve kişileri pasifize etmek bence esas gaye. Bunu çok izlemiş olmalıyız artık, bu oyuna gelinmemeli.

Hemen Pazartesi günü başladı, kanalın birinde. Muhalefet eleştirilmekte ve yorumcu söylemekte; “Dezenformasyonla mücadele önemli, kutuplaştırmayı önlemek için dezenformasyon önlenmeli”... Evet, dezenformasyon, asılsız haber çok önemli ve kesinlikle önlenmeli. Ancak şu var ki sizin dezenformasyon olarak gördüğünüz nedir? Acaba sadece muhalif görüşler ve ifade hürriyeti mi? Bir ayna lazım bence herkese, önce herkes kendini bilmeli ve görmeli.

Platon geçmişten sesleniyor; “Demokrasinin asıl prensibi, halkın egemenliğidir. Ama milletin kendini yönetecekleri iyi seçebilmesi için yetişkin ve iyi eğitim görmüş olması şarttır. Eğer bu sağlanamazsa demokrasi, otokrasiye geçebilir”. Eğitim sadece kurumsal yapıda değildir. Hayat öyle bir şey ki yaşam boyunca eğitim için fırsat sağlar görmek ve bakmak isteyene. Sorup sorgulamak, bakmak, görmek, araştırmak, okumak, anlamak, dinlemek önemlidir. Körü körüne sunulana itaat, biat kültürü kurtarmaz kimseyi. Ne ortaçağdayız, ne skolastik düşünce zamanında. Toplumun kurtuluşu bireylerin kendini geliştirmesi ve aydınlanması ile ancak yine toplumun kendindedir.

Ne demiştik? Siyaset; insanları kullanma sanatıdır.

Bu sanatta mahir olan kazanır mı? Cevabı sizde...

Ne kullanılalım, ne de kendinizi kullandıralım olabildiğince.

Bence işin özü budur işte.

Milletvekili seçiminden sonra, cumhurbaşkanı seçiminde sandıklardan vazgeçilmemesini, sandığa gidilmesi gerekliliğini özellikle çoğumuz vurguladık. Gözlemim katılımın az olduğu yönünde. Vatandaşlık sorumluluğu?

Muhalefetin algı yönetimine kapılmadan, pes etmeden, artık seçimler de geride kaldığına göre hücumlara karşı savunmada kalmak yerine, gerçekten muhalefet yapmasının, halkın sesi ve gücünün olmasının tam zamanı. Hele ki bu ekonomik koşullarda...

Evet.  Bakmayın muhalefette kaldığına. Eşitsiz, adaletsiz bir seçimin kazananı yoktur. Toplumun yarısı pes etmeden, inadına eşitlik, hak, hukuk, adalet, özgürlük, barış talebini dile getiriyorsa “Ötekileştirmeden, bir arada, birlikte yaşayacağız” diyorsa kazanan bellidir. O zaman bu sesleri olabildiğince güçlendirilmeli.

İktidarın bundan sonraki süreçte yaklaşımı önemli. Beraberce yaşayıp göreceğiz.

Gelecek henüz yazılmadı, birlikte yazmak ise elimizde. Milletin iradesiyse sandığa yansıyan, seçim sonucu hayırlı olsun diyelim.

Hepimiz için özgür, eşit, huzurlu, güvenli, barış ve adalet dolu, demokratik günler olsun önümüzde.

Sevgi ve saygılarımla...