The Witcher

Son yılların fantastik dizi fenomenlerinden biri olan ‘The Witcher’, Andrzej Sapkowski'nin aynı adlı ünlü kitap serisinden uyarlanmış bir yapım olarak karşımıza çıkıyor. Önce bilgisayar oyunları, sonrasında 2019 yılında ilk sezonu, 2021’de de ikinci sezonu yayınlandı. 2022 yılında da ‘The Witcher: Blood Origin’ ismiyle dört bölümlük bir mini dizi daha yayınlandı.

Kitaplarını okumadım, bilgisayar oyunlarını da oynamadım. Yani sıfır bilgiyle iki sezon izledim. Her ne kadar fantastik kurgu sevsem de dizinin ilk bölümlerinde bağlantı kurmakta zorlandım. O zaman ilk eleştiri gelsin, senaristler sıfır bilgiyle gelen izleyicileri yok saymış,  bende sanki başını kaçırmışım hissi yarattı.

Kurgusal bir evrende geçen dizi, insanlar, elfler, cüceler, büyücüler ve diğer fantastik yaratıkların bir arada yaşadığı karmaşık bir dünyayı bizlere sunuyor. Geralt of Rivia, yarı insan yarı canavar olan bir Witcher olarak bu dünyada para karşılığında canavar avlayan, insanlar tarafından sevilmeyen sadece ihtiyaç duyulan bir varlık. Zaten dizide kimse kimseden haz etmiyor.

Tabii bu kadar farklı varlıkların bir arada yaşadığı bu evrende; sihir, siyaset, entrikalar ve güç mücadeleleri dizinin temel taşlarını oluşturuyor.

Dizi, farklı zaman çizgilerinde ilerleyen ve birbirleriyle kesişen hikaye kollarını ustalıkla bir araya getirerek seyirciyi şaşırtmayı başarıyor. Geralt'ın, Ciri'nin ve Yennefer'ın kesişen hikayeleri, geçmişin izlerini gün yüzüne çıkarırken bir yandan da gelecekteki olayların ipuçlarını veriyor. Karakterlerin geçmişleri, sırları ve iç çatışmaları, hikayeye derinlik katıyor.

Gelelim oyuncu kadrosuna... Henry Cavill’i Geralt; Anya Chalotra ve Freya Allan’ı da Yennefer ve Ciri rollerinde izliyoruz. Hikaye bu üç ana karakterin etrafında geçiyor. Oyuncu kadrosu fazlasıyla eleştirilse de bana göre iki sezon boyunca karakterler oyuncularla özdeşti.

‘The Witcher’ın görsel efektleri, kostümleri ve set tasarımları; daha iyilerini gördüğümüz için biraz vasat kalmış. Atmosferi ortaçağı andırıyor, böylesine bir fantastik dünya yaratıyorsanız her şeyiyle daha özgün bir atmosfer koymak zorundasınız. Yani filmde “wooow” diyebileceğiniz sahneler yok. İzlenmeyecek kadar kötü bir dizi değil, fantastik macera sevenlerin bir yere kadar beklentilerini karşılıyor.

The Witcher hakkında hiçbir şey bilmiyorsanız birinci sezon yerine The Witcher Bloom Origin’den başlamanızı tavsiye ederim. Hikayenin özü bu mini dizide anlatılmış. The Witcher: Blood Origin, Geralt, Yennefer ve Ciri'nin zamanından 1200 yıl önce bir elf dünyasında geçiyor. Olaylar burada başlıyor. İlk Witcher'ın yaratılışını ve bu yaratılışa yol açan olayları anlatıyor. Canavarların, insanların ve elflerin dünyalarının nasıl bir araya geldiğini anlıyorsunuz. Birinci ve ikinci sezonlarda konuyla alakalı soru işaretlerinizi ve kafa karışıklığınızı gideriyor.

Üçüncü sezon 29 Haziran’da vizyona giriyor. Bakalım karakterlerimizin başına bu sezonda neler gelecek?