Yalakbaşı!

Yazının başlığını gören birilerine çaktığımı, giydirdiğimi, sövdüğümü düşünebilir. Şimdilik kimseye ‘yalak’, ‘yalaka’ filan dediğimiz yok. Yalakbaşı, antik bir yerleşim alanı. Antik çağlardaki ismi bilinmediği, bu yönde herhangi bir bulgu olmadığı için, şimdiki ismiyle, yani yerel halkın verdiği ‘Yalakbaşı’ adıyla anılıyor. Finike’den Demre’ye uzanan Bonda Tepesi ya da yörede bilinen ismiyle Boldağ bölgesi az bilinen, el değmemiş ve bu sayede de en azından yağmacıların elinden kurtulmuş ilginç bir alan. Arkeoloji literatürüne son 20 yılda girmeye başlayan Bonda, 4-5 antik yerleşimin, tarihi Helenistik döneme kadar inen köylerin, çiftliklerin, üretim merkezlerinin, kutsal alanların yer aldığı bir bölge. Bunların en başında da Yalakbaşı köy yerleşimi geliyor. Geniş bir alana yayılan yerleşime, son yıllarda yapılan asfalt yol sayesinde ulaşmak görece kolay. Daha ileriye gitmek ise oldukça zor… Bonda Tepesi yerleşimleri Limyra kentinin teritoryumunda, yani kırsalında yer alan, Limyra’ya bağlı köylerdi. Günümüzde kimsenin yaşamadığı Yalakbaşı’nın sakinleri birkaç çoban ve keçiler. 

Antalya zeytinyağında markaydı

İlk kez 2006 yılında araştırılan alanda, 2013’te sınırlı bir kazı yapıldı. Planları rahat anlaşılan, fakat evreleri bilinmeyen 20-30 binanın yer aldığı yerleşimin Helenistik dönemden önce kurulduğu ve varlığını Bizans dönemine kadar sürdürdüğü görüldü. Yerleşimin ana ekonomisi zeytinyağına dayanıyor. Bonda bölgesinde tespit edilen presler ortalama 500-1200 litrelik bir kapasiteye sahip. Bölgedeki her yerleşimde 10 civarında işlik tespit edildi. Bu verilere göre ciddi bir üretim hacmi ve büyük boyutlu bir ihracat olduğu anlaşılıyor.

 ‘Her şeyi duyan ve bilen’ Sumendis

Yalakbaşı’ndaki en dikkat çekici keşif Sumendis Açık Hava Tapınağı’dır. Likya’da hypetral bir kutsal mekan şimdiye kadar örneksizdir. “Her şeyi duyan ve bilen” diye anılan tanrı Sumendis, sadece Bonda Yalakbaşı ve Arykanda’da karşımıza çıkıyor. Yalakbaşı’ndaki kutsal alanda bulunan yazıtlar tarih olarak Roma dönemini veriyor. Fakat alanın çok daha erkene gittiği belirlendi. Eski bir Luvi-Likya tanrısı olan Sumendis’in dağ ile özdeşleşen bir kimliği olduğu düşünülmekteyse de, kült aktiviteleri hakkında yeterli bilgi bulunmuyor. Limyra ve çevresinde ele geçen adak yazıtlarında, tanrı Sumendis’e adak olarak öküz ve sığırların sunulduğu biliniyor.

Kıymeti bilinmeyen Kırkgöz Köprüsü

Hazır Finike’den bahsetmişken, bahçeler, tarlalar arasında kalmış, kıymeti bilinmeyen, uzun ve sağlam bir antik köprüye, Roma çağı eserine de yer ayırmak gerekir. Limyra Köprüsü ya da halk arasında bilinen ismiyle Kırkgöz Kemeri, yapıldığı dönem için bir mühendislik harikası. Şu an bile 30 tonluk bir kamyonu taşıyabilecek kapasitede. Teknik ve tarihi önemine rağmen, Türkiye’de çok az bilinen, 28 kemerli, 360 metre uzunluğundaki bu taş köprü, dünyadaki en eski basık kemerli köprülerden biri. Bu yassı kemerler, köprünün yapıldığı dönemde eşsiz bir özelliğe sahipti ve basık kemerlerin yeniden yapılmaya başladığı 14. yüzyıla kadar bir daha yapılamadı. Yani bu köprü 1000 yıldan fazla bir süre benzersiz kaldı. Alakır Çayı’nı geçmek için inşa edilen köprünün altından şu an sadece küçük bir dere akıyor. Limyra Köprüsü’nün yapım tarihi olarak, aynı yapı tekniğinin kullanıldığı Aspendos Köprüsü’nden yola çıkılarak, MS 3. yüzyıl öneriliyor. Bu köprünün bir benzerinin kalıntıları, Ksanthos nehrinin geçtiği ovada da bulunuyor.