Antalya’yı seviyorum, Anadolu coğrafyasını seviyorum, ülkemi seviyorum. Ülkemi, toprağımı, yurdumu tanımak, dağına, taşına, deresine, suyuna dokunmak, en ücrasında, en tenhasında dolaşmak, keşfetmek bir yaşam tarzı benim için. Siyasetin, sosyolojinin, onca koşuşturmanın, hayat gailesinin, onca hayhuyun içinde, binlerce yıldır orada bir yerlerde beni, bizi bekleyen bir kenti keşfetmek, solumak müthiş bir enerji. O yüzden ara verip, Antalya’nın tenhasına, binlerce yıllık geçmişine, taşına, toprağına, tarihine girişiyorum böyle. Seviyorum; eminim ki siz de seviyorsunuz. Bu kenti, bu coğrafyayı, bu ülkeyi öğrenmek müthiş güzel…Haydi başlayalım o zaman… Kelbessos’la başlayalım mesela… Antalya Konyaaltı’ndaki Kelbessos bir dağ ve geçit yerleşimi. Pamphylia, Pisidia, Likya kavşağında, antik yolların kesiştiği bir alanda kurulan Kelbessos, Nevzat Çevik ve ekibi tarafından 2005 yılında arkeoloji dünyasına tanıtıldı. Termessos kentine bağlı bir yerleşim olan Kelbessos, 1100 metre yükseklikteki bir tepenin zirvesinde, çevresindeki vadilere ve tarım arazilerine egemen durumdadır. Bu konumuyla tarih boyunca askeri bir yerleşim, bir uç beyliği, garnizon kenti olan Kelbessos’ta kalıntılar Helenistik dönemden Roma çağına kadar uzanıyor. Bizans varlığı ise çok güçlü değil. Kentin egemen olduğu arazilerde çok sayıda çiftlik yerleşimi, kuleler, zeytinyağı ve şarap işlikleri saptandı. Yani Kelbessos sadece askeri açıdan değil, sahip olduğu, çevirdiği ekonomi ve üretim gücüyle de önemli bir kentti.
Kente özgü ‘phallos yapısı’
Kentte farklı dönemlere ilişkin birçok veri mevcut… Surlar Helenistik döneme, MÖ 3 ya da 2. yüzyıla tarihleniyor. Sur dışında yer alan ‘Phallos Yapısı’ Kelbessos’un en özgün binalarından biri. Adını giriş kapısının iki tarafındaki ‘phallos’ tasvirlerinden alan yapının işlevine ilişkin elde fazla veri yok. Bina içinde bulunan MÖ 1. yüzyıla ait bir Termessos sikkesi belli bir tarih veriyor. Buna göre ‘Phallos Yapısı’nın MÖ 1. yüzyıl öncesinde var olduğunu söylemek olası… ‘Phallos Yapısı’nın bir benzeri de yakınlardaki Kitanaura antik kentinde var. Kelbessos’ta MÖ 1. yüzyıl civarında sivil yapıların çoğaldığı, yerleşim alanının surların dışına taştığı görülüyor. Kente çıkış boyunca nekropol yer alıyor. Yerleşimin güneybatı eteğinde de anıt mezarlar bulunuyor.
Artemis Kelbessis’in tapınağı
Kelbessos’taki bir başka özgün yapı da ‘principia’, yani garnizon binası. Odaların dağılımı, planı ve mimari bezemeleri buranın Kelbessos birliğinin toplandığı bir mekan olduğunu işaret ediyor. Kentin en yetkili kişilerinin kullandığı bir kamusal yapı kompleksi olduğu anlaşılan ‘principia’ binasının stilistik verileri Helenistik dönemi gösterirken, bezemeleri ise MS 1. yüzyıldan daha geç bir tarihten olamayacağını anlatıyor. Principia binasının bitişiğinde ise bir tapınak bulunuyor. Bu tapınağın hangi tanrı ya da tanrıçaya adandığı bilinmese de, iki seçenek var: Zeus’a ya da kentin ana tanrıçası olduğu anlaşılan Artemis Kelbessis’e adanmış olabilir. Ormanlık vadilerde yaşayan av tanrıçası anlamına gelen ‘Kelbessis’ sıfatı sadece Kelbessos’a özgüdür. Kentin ana tanrıçası Artemis Kelbessis adına üç ayrı mezar yazıtında rastlandı.
Paralı askerlerin garnizonu
Başlangıçta surlarla çevrili bir dağ kenti olan Kelbessos, Termessos’un denize açılmasını ve Phaselis’in kuzeyinde egemenlik kurmasını sağladı. Helenistik ve Roma dönemleri boyunca bir garnizon kenti olarak kullanılan Kelbessos’un askeri karakteri yanı sıra zaman içinde sivil nüfusu da arttı. Roma döneminde çok önemli bir askeri birliğe sahip olduğu, lahitler üzerinde, lentolar ve önemli sivil yapılarda görülen pusat, phallos gibi ikonografik betimlemelerden anlaşılıyor. Kentteki birçok taş blok üzerinde ve lahitlerde ‘Pisidia kalkanı’ denilen tasvir görülür. Bu veriler ışığında, antik dönemde Kelbessos’un, Termessos kentinin paralı askerlerinin bulunduğu bir garnizon yerleşimi olduğu söylenebilir. Günümüzde bu kenti bu kadar detaylı, böylesine yakın anlatabiliyorsak bunu Nevzat Çevik başkanlığında yürütülen Beydağları yüzey araştırmalarına borçluyuz. O araştırmalar sayesinde hemen yanımızda duran, ama bilmediğimiz Antalya’yı tanıdık. Cangıl içinde kaybolmuş, unutulmuş bu kentleri keşfeden ve bize anlatan, tanıtan, buluşturan, emeği geçen herkese teşekkürler.