Yetişirken kaybolmak

Yaşadığımız çağda, bireylerin zaman yönetimi ve sosyal roller arasında sıkıştığına tanık oluyoruz. Modern yaşam, herkese yetişme ve her şeyi halletme baskısını bireyin omuzlarına yüklerken, bu beklenti sosyal psikolojik anlamda tükenmişlik sendromunu da beraberinde getiriyor. Bu noktada çözüm, bireyin kendi önceliklerini belirlemesi ve zamanını kontrol altına alabilmesidir.
Toplumsal roller içinde bireyden, aynı anda birçok sorumluluğu üstlenmesi beklenir; anne, baba, çalışan, arkadaş, dost… Her rolün bir karşılığı, bir talebi vardır. Ancak bu talepler arasında denge kurmaya çalışmak, bireyin hem kendisini hem de zamanını tüketmesine neden olur. İşte bu, rol çatışması olarak tanımlanan durumdur. Bir role zaman ayırırken diğerinin ihmal edilmesi kaçınılmazdır. Bu çatışma, bireyin kendi ihtiyaçlarına dönmesini ve önceliklerini yeniden düzenlemesini zorunlu kılar.
Zaman, sınırlı bir kaynaktır; bu kaynağı doğru kullanmak ve tüketmemek, bireyin psikolojik ve sosyolojik varlığı için kritik önemdedir. Kapitalist sistemin üretim ve performans baskısı, bireyin kendi zamanını gasp eder. Bu bağlamda, bireyin zamanını biriktirme ve yatırım yapma fikri, sosyal bir direniş olarak görülebilir. Zira birey, zamanını başkalarının beklentilerine harcadıkça kendi varoluşundan uzaklaşır.
Toplum, bireyden her alanda kusursuz olmasını bekler. Bu beklenti, kişiye sürekli olarak yetersizlik duygusunu aşılar ve kronik bir eksiklik hissine yol açar. Oysa toplumsal düzenin, bireylerin yükünü paylaşan bir kolektif sorumluluk anlayışıyla işlemesi gerekir. Emile Durkheim’in kolektif bilinç kavramı da tam olarak bunu anlatır: Toplumsal sorumluluk dengelendiğinde birey üzerindeki baskı azalır, toplum da daha sağlıklı bir dengeye kavuşur.
Toplumsal iletişim dinamiklerinde umursama, önceliği önemli bir kavramdır. Birey, neyi umursayıp neyi umursamayacağına karar vermek zorundadır. Sınırlarını çizmek, bireyin kendine saygı duymasını ve diğerleri tarafından da saygı görmesini sağlar. Erving Goffman’ın “mikro etkileşim” kuramında vurguladığı gibi, bireyin çizdiği sınırların toplum tarafından kabul görmesi, sağlıklı sosyal ilişkilerin ön koşuludur.
Zamanı geri kazanmak, gerçekten umursanması gerekeni seçmek ve “hayır” diyebilmek, bireyin sosyal yüklerinden arınmasını sağlar. Böylece kişi, kendisine biçilen rolleri aşarak, kendi varlığının sınırlarını yeniden çizer.
Bireyin sosyal roller içinde kendini tüketmemesi, ancak kolektif bir bilinçle mümkündür. Tek bir bireyden sürekli fedakârlık bekleyen sistem, tükenmişliği hızlandırır. Sağlıklı bir toplumsal düzen, bireylerin sınırlarına saygı gösterilmesiyle mümkündür. Zamanın kişisel bir hazine olduğu bilinciyle yaşamak ise, dengeli ve huzurlu bir sosyal yaşamın temelini oluşturur.
Zamanı kim yönetirse hayatı da o yönetir. Çünkü zamanı sahiplenen insan, kendi hayatının yönünü de yeniden çizer.