Shakespeare, 1592’de kaleme aldığı “Yanlışlıklar Komedyası” adlı eserinde, karakterlerinden birini şöyle konuşturur;  

“Beni futbol topu mu sandınız? Bir o yana, bir bu yana tekmeleyip duruyorsunuz. Böyle sürüp gidecekse, beni deriyle kaplamanız gerekecek!”

Futbol Shakespeare’den bu yana hayatımızda var.

Britanyalı Antropolog Spor-Futbol araştırmacısı Simon Kuper, futbol için şu yorumu yapar:

“Futbol asla sadece futbol değildir. Savaşlar çıkmasına ve devrimler yapılmasına neden olur, mafyayı ve diktatörleri adeta büyüler. Sadece mafyayı ve diktatörleri mi, diğer muktedirleri de büyülediği çok açıktır. Meselâ hiç mi hiç futbol oynamadıkları ve futboldan anlamadıkları hâlde siyaset adamları ve para babaları, futbol etrafında adeta takla atmaktadırlar.”

Yani, futbol bu kişiler için, vatan ve millet sevdası değil.

Bunlar için futbol; Para, mevki, daha çok para, daha çok güçtür.

Dünyanın pek çok ülkesinde yönetimler, dozu ve biçimleri farklılık gösterse de futbolu, gündemi belirleyecek ve genel olarak da yığınları uyutacak “Afyon” olarak kullandılar, kullanıyorlar da.

Portekiz’de diktatör Salazar mesela. Ülkesini 40 yıl Fado, Fiesta, Futbol’la (3F) yönetmiştir. Hitler’in de “Tek devlet, tek millet, tek lider!” diyerek Leni Riefenstahl adlı kadın yönetmene “İrade’nin Zaferi” adlı bir film yaptırdığını olimpiyat tarihi yazar.

Zaman zaman bu politikanın geri teptiği, bazı kulüplerin ve futbolcuların çıkışlar yaptığı, gerçeği söyledikleri oldu. Ama tepkiler egemen güç odaklarının futbolu emekçi yığınların, halkın bilincini karartmanın bir aracı olarak kullandıkları gerçeğini değiştirmeye yetmedi, yetmiyor. Muktedir iktidarların tümü; Sol, Sağ, Merkez, Komünist, Faşist ne olursa olsun, kendi çizgisinde yürüyen ya da hizaya gelen iş adamlarını zengin etmiş, şarkıcı ve türkücüleri baş tacı yapmıştır. Hatta bu muktedirlerin futbol fanatiklerini kendi taraftar kitlesinin önüne kattıklarına tarihte de bolca tanık olmuşuzdur.

Türk futbolunun ilerlememesinin en önemli sorunu spora, futbola siyasetin karışmasıdır.

***

Doktor, 75 yaşındaki bir çiftçinin elindeki kesiği dikiyordu. Bu arada yaşlı adamla sohbet etmektedir. Sohbetin konusu politikacılara ve onların lider olarak rollerine gelir. Yaşlı çiftçi, ‘Gördüğüm kadarıyla çoğu politikacı direkteki kaplumbağaya benzer” dedi. Bu terime aşina olmayan doktor ona ‘Direkteki kaplumbağa da ne demek?’ diye sorar. Yaşlı adam, ‘Bir köy yolunda giderken bir çitin üzerinde kaplumbağaya rastlarsanız bu bir direk kaplumbağasıdır’ der. Yaşlı çiftçi, doktorun yüzünde şaşkın ifadeyi görünce açıklar: ‘O kaplumbağanın oraya kendi başına çıkmadığını bilirsin, kendisi de zaten oraya ait değildir. İş yapma becerisinin çok üstünde bir pozisyondadır ve sen sadece onu bu pozisyona hangi salak getirdi diye merak edip durursun!’