Kendi sınırlarını çizen insan, adeta özgürlüğünü çarmıha germiş gibi hissedebilir. Bu çerçevede, hayatın kısıtlayıcı sınırlarını da düşündüğümüzde, insanın içsel bir huzursuzlukla boğuştuğunu fark ederiz. Zira sınırlar, hem dışsal faktörlerden hem de bireyin kendi belirlediği kısıtlamalardan kaynaklanabilir. Ancak önemli olan, bu sınırların insanı nasıl etkilediği ve ona nasıl bir çarmıh gibi yük olduğudur. Slyvia Plath’in bir bildiği vardı…

Kendi sınırlarını bilen bir insanın çoğu zaman yaşamın karmaşıklığı içinde kaybolduğunu gözlemleyebiliriz. Belirli bir dünya görüşüne, ideolojiye veya sınırlı bir perspektife sıkışan birey, sanki kendi düşünce dünyasını kısıtlayarak, dış dünyayla sağlıklı bir etkileşim kuramaz hale gelir.

Bu noktada, sınırların hem koruyucu hem de kısıtlayıcı bir rol oynadığını düşünelim. İnsan, sınırlarını çizerek kendini belirli bir düzeyde güvende hisseder. Ancak bu güven duygusu, zaman içinde bir çeşit zindan haline gelebilir. Zira insan, kendi oluşturduğu sınırların ötesine geçmeye, yeni deneyimlere açılmaya cesaret edemediğinde, ruhsal bir boğulma yaşar.

Her birimizin kendi dünyasında kurduğu sınırlar, sadece dışarıdan gelen tehlikeleri değil, aynı zamanda içsel potansiyelimizi de sınırlar. Bir hedefe ulaşmak için gerekli olan çabayı göstermekten kaçındığımızda, aslında kendi başarılarımızı ellerimizle çarmıha geriyoruz. İşte bu noktada sorgulamamız gereken şey, bu sınırların bizi gerçekten koruyup korumadığı.

Belki de bu çelişki, insan psikolojisinin derinliklerinde gizlenmiş bir korkunun yansımasıdır. Değişimden, belirsizlikten ve başarısızlıktan duyulan korku, insanları güvende hissettikleri sınırların ardına çekilmeye yönlendirir. Ancak bir gerçek var: Büyüme ve gelişme, genellikle sınırlarımızın ötesinde gerçekleşir. En güzel şeyler konfor alanımızın dışında bekliyor bizi.

Peki, kendi sınırlarımız tarafından hapsedildiğimiz bir dünyada nasıl özgürleşebiliriz? İlk adım, korkularımızla yüzleşmek ve onları aşma cesaretini bulmak olabilir. Kendi sınırlarımıza meydan okumak, çoğu zaman rahatsız edici olabilir ancak bu süreç gerçek benliğimizi keşfetmemize ve geliştirmemize olanak tanır.

Belki de yaşam, sınırlarımızla baş etme ve onları aşma sanatıdır. Sınırlar, yaşamın zorluklarından kaçınmak için değil, onlarla başa çıkmak ve onlardan öğrenmek için vardır.

Kendi sınırlarını çizen insan, bir yandan güvenli limanlarını oluştururken diğer yandan bu sınırların getirdiği zorluklarla yüzleşmek durumundadır. Sınırlarımızı anlamak ve onları aşmak, gerçek özgürlüğün kapılarını aralamamıza yardımcı olabilir.