Sabah haberleri ekranda, vaatler sıralanıyor fonda. Kimdi bu zamana kadar acaba iktidarda? Olmadı, nefes almam lazım, atmalı kendimi sokağa.
Cumhuriyet Meydanı’ndayım; turist öbekleri şenlendiriyor esnafı, gülümsüyorum. Biliyorum ki şehrimde turizm emekçileri de esnaf da ekmek derdinde. Memnunum. Kafeler, restoranlar her babayiğidin harcı değil malum. Vatandaşımız az, belki de Ramazan’dan diyorum.
TOGG, TCG Anadolu ve soğan/sarımsak karşılaştırması geliyor kulağıma. Buruk gülümsüyorum; “Artık kira, et, süt, balık bile diyemiyoruz. Elimizde kalan şeyler yemeklik soğan ve sarımsak şimdilik”... Sıradan vatandaşı ya da emekliyi TOGG direksiyonunda hayal etmeye çalışıyorum; olmuyor, uymuyor bir şeyler. Uçurum derin biliyorum. “Elimizdeki soğan/sarımsaktan da olur muyuz ki?” diyorum.
Ben yürürken şehir de yürüyor sanki benimle. Şehir yaşıyor, soluk alıyor ve şehir konuşuyor. Yaşadığımız zorluklar, geçim derdi, siyaset, seçim herkesin dilinde.
Haddimi bilirim, gücüm yetmez öyle her vitrine. Vitrinler bana bakıyor, ben görmezden geliyor, uzaktan geçiyor, selam bile vermiyorum. Küsüz zaten uzun zamandır onlarla, görüşmüyorum.
Kasaba uğruyorum sonra, yolumun üstünde. Yılların dostluğu var serde, önünden geçerken selamlaşmak lazım. Hal hatır soruyor, çıkıyorum. Kıyma 300 TL civarı fiyat etiketini yapıştırmış üstüne, tüm endamıyla süslü püslü dalgasını geçiyor benimle... Yürüyorum; şimdilik sokaklar benim, hava benim, ben zenginim.
Birden bir tokat gibi çarpıyor yoksulluk yüzüme. Karşımda el açan nur yüzlü bir nine. Bir deri, bir kemik ipince. 2 adım sonra bir başkası, 3 adım sonra diğeri... Göçmen değil, genç değil. Anadolu’mun güzel geleneksel yaşmakları başlarında ninelerim, buruş buruş yüzlü dedelerim el açıyor sokaklarda ve içim burkuluyor. Başım önde, hepimiz adına utanıyorum...
Ekmek almak için giriyorum marketin kapısından. Rafları, dolapları rahatsız etmek istemiyorum, işim yok. Zaten onların da çoktandır benimle işi yok. Bakmıyoruz bile birbirimize. Kasa yanında rengarenk, çeşit çeşit, cezbedici çikolatalar, şekerler, şahane. Bu mutluluğum kısa sürüyor, etiketler karartıyor birden her şeyi. Kaç aile alabilecek ki? İnternette dolaşan mükellef görüntülerle süslü, şatafatlı sofralar, şahane mutfaklar geliyor gözümün önüne sonra. Bu defa yanlarında onlara bakan, ekmek için el açan dedeyle nine. Sonra çocuklar var aynı karede; şeker bekliyorlar, bayramlık bekliyorlar, umut dolu mahzun gözlerle.
Nazım Hikmet geliyor birden aklıma; Hiroşima’ya atılan atom bombasının sadece adı masumdur; “Little Boy” (küçük çocuk). Sonucu ise yıkıcı... Üzerimize yoksa bir bomba mı atıldı? Nazım’ın dizelerinden seslenir Hiroşimalı kız çocuğu ve “Çocuklar öldürülmesin, şeker de yiyebilsinler” diye biter şiir.
İlavelerim var benim bu dileklere... Çocuklar maddi manevi istismara uğramadan, sağlıkla, huzurla, güvenle, eşitlikle yaşayabilsin, düzgün beslenebilsin, akılla bilimle özgürce büyüyebilsin ve mümkünse hepsi şeker de yiyebilsinler diye. Tabii ki tüm vatandaşlarımızla ve hep birlikte...
Adalet, eşitlik, kardeşlik, hak ve hukukla, refah içinde özgür, güzel yarınlar dilerim. Sevgi ve saygılarımla...