Uzman Sosyolog Funda Alpaslan Talay, modern toplumlarda giderek yaygınlaşan tüketim kültürünün bireyler ve toplum üzerindeki etkilerine dikkat çekti. Talay, tüketimin yalnızca ihtiyaçları karşılamaya yönelik bir faaliyet olmadığını, aynı zamanda kimliklerin, toplumsal statülerin ve aidiyet duygularının da bu yolla ifade edildiğini vurguladı.
Sanayi devrimiyle birlikte üretim hacminin artması ve kapitalist piyasa ekonomisinin toplumsal yaşam üzerinde belirleyici bir rol üstlenmesiyle tüketim kültürünün hızla yayıldığını belirten Talay, “Bugün insanlar artık üretim süreçlerine katılımlarıyla ya da çalışkanlıklarıyla değil; neye sahip oldukları, nasıl giyindikleri, nerede tatil yaptıkları ve nasıl bir yaşam tarzı sürdükleri üzerinden tanımlanıyor. Bu dönüşüm, bireyleri durmaksızın daha fazlasını istemeye yönelten, sürekli bir tatminsizlik hissiyle beslenen ve bireyi eksiklik duygusu üzerinden motive eden bir yaşam anlayışı yaratıyor” dedi.
‘TÜKETİM TOPLUMSAL OLARAK ŞEKİLLENİR’
Tüketim tercihlerinin bireylerin kişisel seçimleriymiş gibi sunulduğunu ancak gerçekte büyük ölçüde toplumsal yapılar ve yönlendirmelerle şekillendiğini belirten Talay, “Aslında neyi tüketeceğimizi, neyi arzulamamız gerektiğini, hangi ürünün prestijli ya da ‘moda’ olduğunu belirleyen temel dinamikler bireysel isteklerimiz değil; medya, reklamcılık sektörü, sosyal çevrelerimiz ve içinde yaşadığımız kültürel normlardır. Birey, bu seçenekler arasında karar verirken kendini özgür hissedebilir, fakat bu özgürlük, yapısal olarak sınırlandırılmış ve toplumsal konumlara göre çerçevelenmiş bir özgürlüktür” ifadelerini kullandı.
Bu durumu Fransız sosyolog Pierre Bourdieu’nün “habitus” kavramıyla açıklayan Talay, “Tüketim alışkanlıklarımız, içselleştirdiğimiz sosyal konumlarımızla, yani sınıfsal habitus’umuzla biçimlenir. Yani hangi ürünü beğendiğimiz, neye ihtiyaç duyduğumuzu düşündüğümüz şeyler dahi sosyal olarak belirlenmiştir. Bu nedenle tüketim, bireysel zevkten çok, toplumsal aidiyetin ve farklılaşmanın güçlü bir aracına dönüşmüştür” diye konuştu.
‘SOSYAL MEDYA ARZU ÜRETİR’
Reklamların ve sosyal medyanın yalnızca mevcut ürünlerin tüketimini teşvik etmediğini, aynı zamanda yeni arzular ve ‘tüketilmesi gereken’ ihtiyaçlar yarattığını vurgulayan Talay, “Bugünün dijital dünyasında, özellikle sosyal medyada öne çıkan ünlü figürler ve influencer’lar, sadece belirli ürünleri tanıtmakla kalmıyor; aynı zamanda belirli bir yaşam biçimini, birer ‘ideal benlik’ temsili olarak sunuyorlar. Bu kişiler hem rol model hem de pazarlamacı gibi davranarak tüketim kalıplarını yeniden üretip yaygınlaştırıyorlar. Böylece sosyal medya bir vitrin olmaktan çıkıp, bireylerin kendilerini var etmeye çalıştığı bir kimlik sahnesine dönüşüyor” dedi.
İnsanların bu platformlarda tükettikleri şeyler aracılığıyla kabul görmek, beğeni toplamak ve sosyal sermaye kazanmak istediklerini belirten Talay, “Bu nedenle tüketim, yalnızca maddi bir işlem olmaktan çıkar; aynı zamanda duygusal, psikolojik ve sosyal boyutlar kazanan karmaşık bir deneyime dönüşür” diye konuştu.
‘TÜKETİM GÖSTERİŞ VE HIZ ODAKLIDIR’
Antalya gibi turistik şehirlerde tüketimin kendine özgü bir yapıda geliştiğini belirten Talay şu ifadelere yer verdi; “Bu kentlerde tüketim, mevsimsel olarak yoğunlaşan, hızlı döngüler içinde gelişen ve büyük ölçüde gösteriş odaklı bir yapıya sahiptir. Turizm sektörü, ‘anı yaşa’, ‘şimdi tüket’ anlayışını beslerken, şehirde yaşayan yerel halkla kısa süreliğine gelen turistler arasında ciddi tüketim farkları oluşur. Bir yanda kısa süreli tatil için yüksek bütçeler harcayan turistler; diğer yanda aynı mekânlarda hizmet veren, geçim derdiyle çalışan yerel emekçiler yer alır. Bu durum, şehirdeki sınıfsal farkları çok daha görünür hâle getirir. Ayrıca şehir estetiği ve mimarisinin de bu tüketim kültürüne hizmet edecek şekilde dönüştü. Kamusal alanlar ticarileşiyor, doğa ve çevre birer meta hâline getiriliyor. Kentler artık sadece yaşanacak yerler değil, adeta birer vitrin gibi düzenleniyor.”
‘GENÇLER ONAY ARAYIŞIYLA YAŞAMLARINI ŞEKİLLENDİRİYOR’
Tüketim kültürünün özellikle genç kuşaklar üzerindeki etkilerine dikkat çeken Talay, “Günümüzde gençler, özgün kimlikler geliştirmektense, çevrelerinin ve sosyal medyanın onayına göre biçimlenen yaşamlar sürmeye başlıyor. Sosyal statü; görünürlük, takipçi sayısı ve popülerlikle özdeşleştiriliyor. Bu da gençlerde sürekli bir karşılaştırma hâli, yüzeysel bir rekabet ve derin bir tatminsizlik duygusu yaratıyor. Tüketim zamanla bir tercih olmaktan çıkarak, adeta bir zorunluluğa dönüşüyor. Özellikle gelir düzeyi düşük gençler için bu zorunluluk dışlanma, yetersizlik hissi ve borçlanma gibi ciddi riskler barındırıyor” dedi.
‘YENİ BİR TOPLUMSAL HAYAL KURULMALI’
Tüketimin bir değer sistemi hâline gelmesinin sorgulanması gerektiğini vurgulayan Talay, “Bireyler artık mutluluğu tüketmekten değil; üretmekten, paylaşmaktan, dayanışma içinde olmaktan ve anlamlı ilişkiler kurmaktan elde etmeli. Bu değerlerin yeniden hatırlanması, toplumsal olarak daha sağlıklı bir yapı kurmamızın önünü açabilir. Toplum olarak, medya okuryazarlığını güçlendiren, reklamlara karşı eleştirel düşünmeyi teşvik eden eğitim programları geliştirmeliyiz. Tüketim kültürünün dayattığı yapay arzulara karşı; sade, doğayla uyumlu ve paylaşımcı bir toplumsal tahayyül inşa etmemiz artık bir gereklilik hâline gelmiştir” diye konuştu.