Ünlü Nöroloji Uzmanı Profesör Doktor Hilmi Uysal Ekspres’ten Selim Çelik'e verdiği röportajda samimi açıklamalarda bulundu. Uysal ALS hastalığından, toplumundaki sosyal bozulmalara, siyaset camiasında teklif alıp almadığından Antalya Müzesi’nin yıkım surecine kadar birçok konuda sorularımıza detaylı ve samimi cevaplar verdi.

Prof. Dr. Hilmi Uysal nöroloji alanında ünlü olduğu kadar sosyal konulara olan ilgisi, toplumun sorunlarına bakış açısı ve çözüm üretmesi ile ismi her platformda sıkça geçen birisi. Hilmi Uysal nasıl sosyal konulara bu kadar ilgili, neden Antalya Müzesi’nin yıkım sürecinde en önlerde yer aldı? Bu etkinliği onu siyaset camiasının içine çekti mi? Haberlerde çıkan ve insanın kanını donduran adli olayları insan beyni üzerinden nasıl okuyor? Prof. Dr. Hilmi Uysal bütün bunlara ve daha fazlasına her zamanki özverisi ve içtenliği ile cevap verdi. İşte o röportaj…


1-Çocukluğunuzda bir nöroloji uzmanı, bir profesör olmayı hayal ediyor muydunuz?

Hayır. Çocuk aklımızda bunları hayal etmem mümkün değildi. Ama ortaokulda Aya bir uzay aracı göndermeyi hayal ediyorduk iki sınıf arkadaşımla. Ve hatta hesaplarını yapıyorduk kendimizce, uzay aracının nasıl olacağının projelerini çiziyor ve ciddi ciddi üzerinde konuşuyorduk. Yani aklımız bir karış havadaymış o zamanlar.

2-ALS-MNH Derneği’nin Antalya Şube Başkanlığı’nı da yapıyorsunuz. ALS hastalığı ve bu konuda yaptığınız çalışmalar hakkında bilgiler verebilir misiniz?

ALS hastalığı mesleğimin içinde gördüğüm en zor hastalıklardan birisi ve benim klinik nörofizyolog ve nöromüsküler hastalıklar uzmanlığım nedeniyle de en fazla ilgilendiğim hastalık grubu. Tanısı ve tedavisi için elimizden geleni yaptım. Ancak hastalık süreci ile başa çıkmak için hasta, hasta yakını ve sağlık hizmeti verenlerin dayanışması ve yakın işbirliği gerekiyor. İşte bu nedenle ALS MNH Derneği Antalya Şubesini, hastalarım, hasta yakınları ve sevgili meslektaşlarım ile birlikte kurduk. Yaptığımız en önemli iş, hasta ve hasta yakınlarının arasındaki dayanışmadır. Hastalıkla başa çıkabilmek için maddi ve manevi çok fedakârlık gerekiyor ve maalesef devletin bu konudaki desteği yetersiz. Biz de kamu yararına bir dernek olarak var olan açığı kapatıyoruz ve gücümüzün yettiğince yardım isteyenlerin çağrılarına koşuyoruz. Ayrıca bilimsel çalışmalar da yapıp sorunun sosyal ve epidemiyolojik yönünü de araştırma ve anlama şansımız oluyor böylece. Çünkü hasta ve hasta yakınları bizlere güveniyorlar ve araştırmalarımıza destek oluyorlar.

3-Türkiye’de doktor olmanın zorlukları neler?

Bu soruya vereceğim yanıt sayfalar tutar. Ama çok kısa olarak birkaç düşüncemi paylaşacağım, derinliğini ayrıca anlatmak gerekir;

Ülkemizde doktor olarak yaşadığımız zorluklar halkımızın yaşadığı sağlıkla ilgili zorluklarla örtüşüyor aslında. Sorunlu bir alanın iki yanını oluşturuyoruz. Mesleğimiz çok güzel ve çok değerli, çünkü insanların yaşamlarını sürdürebilmesi için hastalıkla mücadelesine danışmanlık yapıyoruz, sağlıklarını korumaları için danışmanlık yapıyoruz ve önemli noktalarda doğrudan onların bedenlerine müdahalelerde bulunuyoruz. Yani insanın yaşam sorumluluğunu alıyoruz üzerimize. Buradaki başarımız büyük ölçüde bilimsel bilgiye ve onun uygulamalarına dayanıyor. İyi bir eğitim almamız ve mesleğimiz boyunca da bu eğitim sürecini devam ettirmemiz gerekiyor. Mezuniyetle biten bir eğitim değil bizimkisi. Ömür boyu sürüyor. Dolayısıyla sağlık yöneticilerinin doktorların sürekli eğitimindeki sorumlulukları çok önemli. Biz doktorlar olarak bunu kendi çabalarımız ile sürdürüyoruz. Bunun kolay bir şey olduğunu sanmayın, çünkü halkımız böyle olduğunu bilemiyor. Gerek aldığımız sorumluluk, gerek insan yaşamı ile ilgili verdiğimiz kritik kararlar ve de gerekse eğitimimizin meslek boyunca sürmesi demek emeğimizin çok yüksek olması anlamına geliyor. Bir söz var; Sağlık parayla ölçülmez!. Ama ölçüyorlar işte. Ve biz doktorlar, sağlık danışmanlarınız, sağlık sorunlarınızı çözenler, sağlık dağıtıcıları olarak inanın, emeğimizin karşılığını almıyoruz.

Ama asgari ücret çok düşük olduğu için bizimkisi çok yüksek gibi görünüyor. Hâlbuki örneğin ben emekli 42 yıllık bir doktorum ve 16 yıllık bir profesörüm, aldığım emekli maaşı yoksulluk sınırının çok altında. Mesleğimin hiçbir aşamasında kamu hizmeti yaparken emeğimin karşılığını almadım. Ama hiçbir zaman aldığımız maaşıma bakıp ona göre hizmet vermedim. Ne yapmam gerekiyorsa onu yaptım. İnsan yaşamı ile ilgili karar verenlerin toplum ve yöneticiler gözünde emeklerinin değerinin bilinmesi gerekir. Hâlbuki tersine emeğinin karşılığı verilmeyip, doktorların hastalarla para ilişkisine sokulduğu bir düzen var. Üniversitede bile özel hasta bakılıyor, özel tetkik yapılıyor, özel ameliyat yapılıyor. Yani hasta ve hekim üniversitede bile para ilişkisi kuruyor. Hasta ile hekim arasındaki ilişkiyi en fazla zedeleyenin sağlığın alınıp satılan bir nesneye dönüşmesi ve hastanın hekimine bunun karşılığında para ödediği bir ilişkinin kurulması olarak görüyorum. İşte bu durumda meslek ahlakı, etik kurallar zedelenebiliyor ve toplum gözünde yargılanıyoruz ve bizlerle ilgili çok olumsuz sözler, yazılar ve haberler görüyorum. Bu bana bir hekim olarak en fazla zor gelen şeydir. Sağlık hizmeti temel olarak kamu hizmeti olmalıdır. Özel muayenehanecilik ile özel hastaneler, kamu hizmeti kesinlikle birbirinden ayrılmalıdır. Ülkedeki sağlık sistemi, kamu sağlık sistemine ve koruyucu sağlık hizmetlerine dayanmalıdır. İşte o zaman biz doktorlar bu cendereden çıkabiliriz.

4-Hayatınızda sizi çok derinden etkileyen bir hasta hikayesi oldu mu? Olduysa neydi?

Olmaz olur mu hiç? Hangi birini anlatayım; Her gün yaşıyordum hem de. Aslında onları bir kitap haline getirmem gerekirdi ama öylesine yüklü bir günlük yaşamınız oluyor ki öyküleştirecek, iki satır yazacak zamanınız bile kalmıyor.

Ancak şunu söylemeliyim ki meslek yaşamımın da hiç unutmadıklarım, yaptığım hatalardır. Mesleğimin ilk aylarındaydım, bir kadın kucağında yeni doğan veya 4-5 haftalık bebeği, torununu getirmişti. Sürekli ağlıyor diyordu. Çocuğu iyice muayene ettim. Benim yanımda ağlamıyordu. Genel olarak iyi buldum, bir sorun yok diye düşündüm ve “emzirdikten sonra gazını çıkarın” gibi önerilerde bulundum. Gittiler. Birkaç hafta sonra hastanede acil nöbeti tutarken aynı kadınla rastlaşmaz mıyım? Sordum “Bebek nasıl?” diye,. O da bebeğin hastanede yattığını, daha sonra çocuk doktoruna götürdüklerini, ilaçları kullandıklarını ama düzelmediğini, bunun üzerine hastaneye yatırıldığını söyledi. Ve yüzüme bakarak sitemle; “-Sen gazını çıkarın demiştin!” dedi. O zaman yerin dibine battım. Tüm gece serviste o çocuğun sorunlarıyla uğraştım, işlerinin peşinden koştum. Hiçbir zaman bu çocuğu ve o kadını unutmadım.

5-Sivil toplum kanadından çok aktif, toplumun her sorununa dokunmaya çalışan birisiniz. Bu etkinliğinizi ve gayretinizi neye bağlıyorsunuz?

Bizlerin toplumumuza karşı sorumlu ve hatta borçlu olduğumuzu düşünüyorum. Benim, okuyup doktor olmamı, o kadar çok kişiye borçluyum ki, onu ödemeye çalışıyorum.

6- Antalya Müzesi’nin yıkım sürecinde en çok emek verenlerden birisiniz. Antalya Müzesi’nin Antalya için ne ifade ettiği ve yıkımına karşı gösterdiğiniz dirençten bahsedebilir misiniz?

Antalya Arkeoloji Müzesinin yıkım süreci ise bir başka “hastalık süreci” gibidir. Bu müze gerek müze yıkım kararı verenlerin, 2 yıl evvel yayınladıkları 2 ciltlik müzenin 100. yılına ait kitapta belirtikleri gibi ülkenin ve dünyanın en değerli müzelerinden birisidir. Ben de bilimsel etkinlikler sırasında Antalya’ya gelen dünya çapında değerli bilim insanlarını oraya götürür ve gururla onlara ev sahipliği yapardım. Etkilenerek giderlerdi.

Öğrendik ki müzenin yıkılması kararı verilmiş. İnanılır gibi değildi. Hem de gerekçesi; Müze depreme dayanıksızmış!. Tek katlı bu bina, nasıl depreme dayanıksız diye yıkılır, anlamak zordu. Ama elbette bu konunun uzmanları var. Onlara sorduk. İnşaat Mühendisleri odası ve üniversitemizdeki konuyla ilgili hocalar bunun mümkün olmadığını, yıkım yerine güçlendirme ile de eğer sorun varsa çözülebileceğini söylüyorlardı. Yıkım kararının dayanağı raporu görmek istedik. Kamuya açıklanmadı ve müze bir gün aniden kapatıldı. Müze direnişi Antalya’nın kurtuluş günü olan 5 Temmuzda başladı. Masum ve en haklı direnişlerden birisi idi. Şehrin bir sürü aydını, eski belediye başkanları, oda yöneticileri, milletvekilleri, hatta bakanlar, şehrin ileri gelenleri katıldı ve yıkıma karşı çıktı. Ama dinlenilmedi. Yıkım kararına dayanak olan rapor halen kamuya açıklanmamıştı. Israrla her gün müze önünde toplanıp raporu görmek ve açıklıkla her şeyin anlatılmasını istedik. Ama kapı duvardı. Yasal yollara başvurarak raporu en sonunda ancak 5 Eylülde öğrenebildik. Rapor müze kapatıldıktan sonra hazırlanmıştı! Rapor tarihi, Dünyaca ünlü müzenin kapatılış tarihi olan 16 Temmuz 2025 den sonraydı! İnanamadık. Yani kapatma gerekçesi kapatıldıktan sonra hazırlanmıştı! Ben Antalya Halkının, bu kendini hiç önemsemeyen tutumu onaylamayacağı ve tepki göstereceğine inanıyordum. Halen de inanıyorum. Yürütmeyi durdurmak için başvuru yaptık. Yasal süreç henüz sürerken 15 Eylülde alel acele yıkım gece yarısı başladı ve 5 gün sürdü. Üflesen yıkılacak dedikleri bina 5 gün dört kepçe ve bir kaya deliciyle ancak yıkıldı. Yıkılınca da yasal sürecin artık bir anlamı kalmamış oldu. Çok üzgünüm.

Bu müze Antalya’nın İtalyan işgaline karşı direnişinin simgesidir. İlk müdürü Süleyman Fikri Erten’dir. O bir tarih öğretmenidir ve “Milli Mücadelede Antalya” başlıklı kitabında kültürel işgalin nasıl yapıldığını ve direnişi anlatır. Onun simgesi yıkıldı. Bakalım onun yerine ne yapılacak. İçerde yıkım var iken dışarıya yenileniyor diye reklam panoları asıldı. Antalya’nın efsanevi belediye başkanlarından, Tonguç, müzenin bu halini görüp “Korsanlar bile bunu yapmadı” demişti. Onu da kaybettik bu süreçte.

7-Müze’nin bundan sonraki süreçte ne tür tehditler altında olduğunu düşünüyorsunuz?

En büyük tehdit bu alana Müze dışında başka bir binanın yapılmasıdır. Antalya Halkının böyle bir şeye asla izin vermeyeceğini düşünüyorum.

8-Sanat ile de iç içe birisiniz. Geçtiğimiz aylarda bir fotoğraf sergisi de açtınız. Sanat sizin için ne ifade ediyor. Bu yoğun temponuzda sanata ve sanatsal faaliyetlere vakit ayırabiliyor musunuz?

Mesleğimizin bir yönü de bu işte; “Tıp fakültesinden her meslekten birisi çıkar, ara sıra da doktor çıkar!”...Şaka, şaka. Sanatçı olabilmek doktorluktan çok daha büyük ve zor bir şey. Özel yetenekler istiyor, doğuştan gelen ve de sürekli üzerinde çalışma istiyor. Meslektaşlarım arasında böylesi çok yetenekli arkadaşlar gördüm ve onlara gıpta ile bakıyorum. Ancak mesleğimiz bizi bir ölçüde sanata yöneltiyor. İnsanla uğraşıyoruz çünkü bir tür antropoloğuz biz. İnsanın hallerini kimi şiirle, kimi fırça ile kimi yazı ile kimi de fotoğrafla anlatıyor. Ben de fotoğrafı böyle yaşamıma soktum ve memleketimden, gerek insan gerekse doğa manzaraları toparladım. Hastalarımın olağanüstü çarpıcı anlarınınım belki de binde birini sabitleyebildim. Yaptığım budur.

9-Çok başarılı bir profesör ve toplumsal olaylara müdahil olan biri olarak siyaset alanından bir teklif aldınız mı? Siyaset yapmak ister misiniz?

Almadım. Ben bir akademisyenim, politikacı değilim. Ama elbette ülkemin kaderiyle, yani siyasi yaşamı ile ilgiliyim. Ama siyaseti bir meslek olarak görmüyorum ve de siyasetin bir meslek olarak görülmesini de çok yanlış buluyorum.

10- Tıp alanında bir beyin uzmanı ve sivil toplum alanında etkili bir isim olarak, toplumda kültürel bir değişim veya bozulma olduğu fikrine katılıyor musunuz?

Toplumda bir bozulmanın olduğu, bugünlerde özellikle haberlerdeki bulgular, adli olgulardaki artış nedeniyle tanımlanıyor. Toplumumuz, her zaman, içinde kültürel bozulma ve kültürel iyileşme, değişme etkilerini içerir ve göstermiştir. Ayrıca toplum dar boğazlardan geçerken bu değişim güçleri daha belirgin hale gelir. Bozulma eğilimi baskın hale gelen topluluklar çöker. Ama sosyolojinin de kanunları var ve onlar doğa kanunları gibidir. İnsan toplumu bir bütün olarak her zaman ileriye doğru, güzelleşmeye doğru değişim göstermiştir, gösterecektir. Bunu geri çevirebilecek bir güç daha dünya tarihinde görülmemiştir.

Biz, Antalyalılar, Karain mağarasından buralara geldik. Yeniden Karain mağarasına geri dönmeyeceğiz!

Kaynak: ANTALYA EKSPRES GAZETESİ