Ekonomi malum, cep delik cepken delik. Kalmamış ceplerde metelik, yarınların tedirginliği sırtımızda, henüz ve şimdilik en azından hava bedavaysa nefes almak gerekir ara sıra. Maalesef sıkıntılı durum. Sözüm ona ‘modern insan’ın izleri her yere saçılmış, çöpler orada burada, ayak altında.

Kendi evinde temizlik titizlik kumkuması olan insanlarımız, ortak kullanım alanlarına atıyor çöplerini. Gıda, kıyafet, mobilya ve hatta küvetine kadar ne varsa dağın başında bile ortada. Bu nokta; bencillik ve aşırı bireyciliğin getirdiği nokta.

Muhtemeldir ki fark etmiyor, düşünmüyorlar, bu çöp yığınlarının olası zararlı etkileri bir bumerang gibi ya kısa sürede kendilerine ya da sevdikleri insanlara döner. Yaşamak sadece nefes almak değil. Sorumluluk gerektirir. Doğaya, çevreye, insana, insanlığa, geleceğe, ülkene zarar vermeme sorumluluğunu... Sadece “ben” olgusunu düşünmek yerine “biz” kavramını düşünmeyi gerektirir. Toplumun nimetlerinden faydalanarak sürekli kendi lehine toplumu aşındıran insanlar birer kurt gibidir. Yer, yer, tüm insanları bitirir.

Milyonlarca yıl önce dünyaya gelmiş olan insan, topluluk halinde yaşayarak hayatta kalabileceğini öğrenmiş, tutmuş elini ötekinin ve birlikte ayağa kalkmış. İşin içine belli ki şu meşhur şeytan karışmış (bence bozuk bir gen). ‘Güç, hakimiyet, sömürü’ denen soyut ama maalesef etkileri somut olan kavramlar ortaya çıkmış. Sonra hep bu şeytan işi yüzünden insanlık yalpalamış, ölmüş öldürmüş, bir arada ve barışla yaşamak yerine savaşmış, düşmanlaşmış. Birileri hep yaşam derdinde savrulan, ezilen ve sömürülen halkı kullanmış.

Çöpler sosyal hayatta, çevrede, kapınızın önünde, bilgisayarda, TV'de, sanalda, masada, her yerde. Koltuk pazarlıkları, iktidar mücadelesi, devam eden karalama söylemleri. Hatta muhalif kisvesi altında muhalefet aleyhine ve bence ayan beyan iktidara çalışan kişiler var ortada. Oysaki bunların altında saklanan, saklanmaya çalışılan mevzuu derin. Vatandaşı vuran hayat pahalılığı, alım gücünün düşmesi, geçim, barınma problemi yani kısacası ekonomi. Bunlara eşlik edense adaletli gelir dağılımı arayışı, eşitlik, özgürlük, adalet ve hukuk arayışı. Nereye kadar vatandaşın sesi kısılabilir ki? Nereye kadar vatandaş dayanır?

Toplumumuzun genel alzheimer hastalığına güvenerek dün adalet, hak, hukuk, eşitlik, özgürlük vaatleri ile yola çıkanların söylem ve eylem tutarsızlığını, muhaliflere mal etmesi enteresan. Hem de bu kadar uzun zamandır sağ ve muhafazakar ideolojinin iktidarda olduğu düşünüldüğünde. Görmek isteyen için 2002 yılında AB yolundaki iktidarın ilk yıllara özgü demokratik açılımları ve bugün arasındaki fark yeterli. Cicim ayları yıllar önce, çoktan bitti. Herkes gerçek yüzünü artık ayan beyan gösterdi. Bu ilişkide nemalanan, kazanan taraf belli, kaybeden belli. Varlığım ve ülkemin varlığı bir partinin ya da bir kişinin, bir grubun varlığına mı bağlı? Bu kadar basit mi? Hem de uzunca süredir  gayrimenkullerimiz, topraklarımız, her şeyimiz, vatandaşlarımızın elinden çıkar ve hatta özenle çıkarılırken halkımız daha da zayıf hale gelir, yoksullaşır, köleleşir, ezilmeye sömürülmeye açık hale gelirken?

Bir sözleşme var ortalıkta. Bu sözleşmenin sınırı belli; ülke ve halkımız. Halk sözleşme ile yöneticilerini seçer. Tıpkı bir şirket ya da evlilik sözleşmesi gibi. Kaldı ki bu ülkenin anonim şirket gibi yönetilmesini isteyen, böyle yöneteceğini söyleyen kimdi? Bu sözleşmede, bu süreçte; ekonomik, sosyal, siyasal, her yönden iflas eden öncelikle sıradan halk oldu, orası net. O zaman zaten uzatmalar oynanıyor ve halk kaybetmeye süratle devam ediyorsa bir an önce bu sözleşmeyi bitirmeli. Zararın neresinden dönülürse o kadar iyidir. Kimse altın sepette, altın yumurta sunamaz bu durumda bize, gerçekçi olmak lazım. Ancak bu demek değil ki her şeyden, kendimizden, haklarımızdan vazgeçip “Es nereden esersen es deli rüzgar“ deyip ölü bir yaprak gibi kendi toprağımızda çürüyüp yok olalım...

Bu ilişkide mağdur olan biziz, yani sıradan halk. İçimizde “öteki” diye bir şey yok aslında. Öyleyse biz daha da bitmeden, bitirilmeden bir an önce bu ilişkiyi sonlandıralım. Çoğunluğumuz kardeşçe bir arada, anlayış ve barışla huzurla refahla yaşamak peşinde. Herkes ‘ben’ci değil. “Biz”, “Hepimiz eşitiz”, “barış”, “Adalet, hak, hukuk, özgürlük ve insani değerler” diyenler ve söylemlerine sahip çıkabilecek, eyleme dönüştürebilecek dürüst insanlar var içimizde. Önemli olan ortalıkta gezinen tüm söylemlerin içindeki kirliliği, oraya buraya atılan çöpleri ayıklamak ve bunlardan uzak durmak...

Aydınlık bir gelecek, yeni bir sözleşme, yeni bir birliktelik, yeni bir hayat gerekli bize.

Hem de daha da kaybetmeden, hemen ve bir an önce.

Haydi alın süpürgelerinizi ve eldivenlerinizi elinize. Önce beyinlerimize, düşüncelerimize kadar inen çöp yığınlarından kurtulalım, temizlenelim birlikte. Sonra şu mevcut sözleşmeyi bitirmek için korkusuzca, dimdik ayakta, başımız yukarda, kendimizden emin çıkalım sandıklara. Oy vermek 1 saatimizi, belki 1 günümüzü alır ama eğer o oyu vermezsek kaybedeceğimiz çok şey olur ve mücadele daha da zorlaşır.

Mevcut, sorunlu bu ilişkiye artık son noktayı koymak ve yeni bir sözleşmeyle hep birlikte yeniden sarılmak lazım hayata... Taze, yepyeni bir bahar havasında, kendinden emin, gelecekten emin, varoluşundan ve var olacağından emin, gelecek güzel günlerden emin ve özgürce...

Hep beraber kardeşçe, eşitlikle, hakla, adaletle, hukukla, barışla, refahla yaşayacağımız, aydınlık ve özgür güzel günler dilerim.

Sevgi ve saygılarımla.