İnsanlık tarihinin en karanlık dönemi olan Orta Çağ’da, Kilise beş kişiyi kara büyü yapmakla suçlayarak, canlı canlı yakar. 324 yılında başlayan bu karanlık dönem Kilisenin 1216 yılında Rönesans’ın gerçek filozofu, bilim adamı, hayatı sürgünlerde geçen Giordano Bruno’yu canlı canlı yakmasıyla son bulur. Papa’nın Vatikan’ı tarafından kişisel notları ve el yazıları gizli tutulan, hakkında yapılmış çalışmalar kısıtlı olan Bruno Vatikan tarafından bugün de hala sakıncalı bir kişilik olarak görülüyor.

Bruno, doğa, evren ve tanrı konularıyla ilgilenen, Kilisenin asla affetmeyeceği suçlar işleyen bir filozof olduğu gerekçesiyle ve çeşitli baskıları sonunda Napoli’den Roma’ya kaçmak zorunda kalır. İşlemediği bir cinayetle de suçlanınca, buradan da Cenevre’ye gider. Bir süre sonra, bazı safsatalara karşı bir bildiri yayınladı için Kilise tarafından tutuklanır, aforoz edilir ve ağır işkenceler görür. Sanki yakılarak yok edileceğini hissetmiş gibi Küllerin Şöleni adlı kitabını bu sürgün yıllarında kaleme alır.

Bruno, çok ağır koşullar altında önce İsviçre’ye sonra da Fransa’ya sığınır. 1583’te, Oxford Üniversitesinde, Kopernik’in Yeni Evren kuramı konusunda bir dizi konferans verir

1585’te Paris’e döner, Katolik Kilisesi’nin bağnaz tutumunu acımasızca eleştirir. Katolik Kilisesi’nin egemenliği altındaki Paris’te kalamaz, Almanya’ya kaçar.

Burada, ‘Yüz Altmış Makale’ adlı eserini yayınlayarak, bütün dinlerin barış içinde bir arada yaşamaları gerektiğini vurgular ve hoşgörüyü savunup bağnazlığı yerden yere vurur. Bu sefer de Protestan Kilisesi tarafından, ‘kabul edilmiş doktrinlere aykırı düşünceler’ taşıdığı gerekçesiyle aforoz edilir.

Engizisyon Bruno’yu Felsefeci değil, ca­sus olduğu iddiasıyla yakalayıp zindana atar. Yedi yıl çeşitli işkencelerden geçer. Herkesin gözleri önünde, bilimi lanetlemesi istenir.

Defalarca kendi kendisine tarihe geçecek şu sözleri tekrarlar;

‘Dayan, Mert ol. Cahillerin yargısı seni tehdit etse bile, fikrinden dönme. Işığı karanlıktan ayıracak bir yüksek akıl mahkemesi vardır. Kahramanlar bedenin değil ruhun ölümünden korkarlar’

Bruno yedi yıl süren baskı ve işkencelere rağmen, geri adım atmaz özür dilemez ve ‘Geri alınacak hiçbir sözüm yok’ der.

Papa VIII. Clemens artık bu durumdan sıkılır ‘Artık bitirin bu işi’ emrini verir. Emir yerine getirilir ve Bruno yakılarak ölüme mahkûm edilir. Yüzlerce Romalı, bir dinsizin yakılmasını seyretmeye koşar. Papa, 50 Kardinal ve bütün ülkelerden özel olarak bu büyük kilise şölenine! gelen konuklar meydanı doldurur.

Romalılar, başına taç yapıp övünmeleri gereken bu büyük insanla alay eder, ona küfreder. Kalabalıkta biri şöyle haykırır;

‘Bruno sevinsene! Pek yakında, var olduğunu söylediğin dünyalara göç edeceksin’

Bruno, bir odun yığınına çıkarılır. Korkusuzca seyircilerinin gözlerinin içine bakar. Odunlar tutuşturulur. Papazlar heyecanla Bruno’nun hiç olmazsa bu son dakikalarda fikirlerinden döneceğini ve büyük bir zafer kazanarak mutlu olacaklarını zannederler.

Hüküm, yüzüne karşı okunduğunda, Bruno, ‘Ölmemi buyuran sizler, şu anda benden daha fazla korkuyorsunuz’ diye haykırınca, susturabilmek için ağzına bir askerin mendilini tıkarlar. Bruno, öpmesi için uzatılan haça tükürür. Dilini kerpetenle koparırlar ve diri diri yakarlar.

Tam 400 yıl sonra, sözleri, fikirleri, eylemleri haklı bulunan Bruno’nun heykeli dikilir. O heykel, yakıldığı Roma'nın meşhur CampodeiFiori meydanına dikilir. CampodeiFiori, Çiçek Tarlası demektir. İtalyanlar o heykeli çiçeklerle bir çiçek tarlasına dönüştürürler ve o heykel hiç çiçeksiz bırakılmaz.

Bruno demiş ki;

‘Tanrı, iradesini hâkim kılmak için yeryüzündeki iyi insanları kullanır; yeryüzündeki kötü insanlar ise kendi iradelerini hâkim kılmak için Tanrı’yı’