Hayat, birçok renkten dokunmuş bir tuval gibi. Geçmişin solgun renkleri, geleceğin belirsizlikleri ve şimdiki anın canlılığıyla bir araya gelir. Bu tuvaldeki en değerli fırça darbeleri ise anıların izini taşır. Geçmişin yükünü taşımaktan, geleceği kaygıyla beklemekten daha değerli olan şey, şu anı yaşamaktır.
Hayatın en büyük gerçeği, aslında yalnızca şu anın var olduğu. Geçmiş, anılardan oluşan bir hazine sandığı ve gelecek, umutların tohumlarının ekildiği toprak. Ancak gerçek yaşam, şu anın içinde cereyan ediyor. Geçmişte yaşananlar elbette bizi şekillendirir, geleceği planlamak ise önemlidir; ancak anıları yaşamadan, şimdiyi fark etmeden hayatın gerçek tadını almak mümkün değil.
Bir film şeridi gibi yaşıyoruz aslında. Geçmiş sahneler birbirini takip ederken gelecek sahneler henüz yazılmış değil. Ancak filmi anlamlandıran ve renklendiren, şu anki sahneler. Hayatın değerini anlamak için önce bugüne odaklanmak gerekli. Küçük mutlulukların, günlük sevinçlerin farkına varmak, hayatın içindeki büyülü anları yakalamak demek bana kalırsa.
Anı yaşamak, dikkat ve farkındalık gerektiriyor tabi ki. Hızla koşarken güzellikleri ve sıradan anları kaçırabiliriz. Bir yandan telefon ekranlarında gezinirken diğer yandan gün batımının renklerini göremeyiz. Anın tadını çıkarmak, o anın içinde tamamen var olmakla mümkün. O anı saran kokuları, duyduğumuz sesleri, hissettiklerimizi tam anlamıyla deneyimlemek, yaşamı zenginleştiren şeyler.
Geçmişe dair anılarla dolu olabiliriz, geleceği planlamak isteyebiliriz, ancak şu anın gücü gerçekten büyük. Şu an, geçmişin bize getirdiklerini kullanma fırsatı. Geleceğe dair hayalleri gerçekleştirmek ise şu andaki adımlarla mümkün. Bu yüzden, yaşadığımız her anı kıymetli kılmak, o anın içinde var olmak en önemlisi.
Geçmişi anılarımızda saklayalım, geleceği umutla inşa edelim; ancak hayatın güzelliklerini ve anlarını kaçırmamak için şu anı yaşamayı da unutmayalım. Şu anda nefes alıyoruz, hayatın gerçek güzellikleri de burada gizli.