Çağının en büyük, en lüks, en iddialı transatlantiği olan Titanik ilk seferinde, 15 Nisan 1912’te Atlas Okyanusu’nda bir buzdağına çarparak battı. Titanik için “asla batmaz” deniliyordu ve müthiş bir reklam kampanyası, spot ışıkları altında hareket etti. Transatlantik hakkında tonlarca bilgi, haber, yazı, araştırma var. Son yüzyılın en önemli, en medyatik, en flaş konularından biri… James Cameron’un yazdığı, yönettiği, yapımcılığını üstlendiği, Leonardo DiCaprio ve Kate Winslet’in oynadığı 1997 tarihli ünlü ‘Titanic’ filmi 2 milyar 187 milyon dolar hasılat yaptı. O kadar büyük bir pazardan bahsediyoruz yani. Piyasayı kızıştırmak için yaratılan merak, gizemli hava, reklam o kadar büyük ve etkili ki, batık Titanik para basmaya devam ediyor. 1912’deki faciayla başlayan bu para tuzağı, geçen hafta yeni bir faciayla tekrar gündeme geldi.
Titanik enkazına 250 bin dolar
İlk seferinde denizin derinliklerine gömülen Titanik’in enkazı yeni bir turizm türünün kapılarını araladı: Denizaltı turizmi… Titanik’in enkazını göstermek için harekete geçen girişimciler sınırları zorlayan, aşırı riskli, fakat acayip karlı yatırımlar yapmaya başladı. Tabii başarılı olursa büyük para kazandıracak yatırımlar bunlar. Kapitalizm, kendi faciasından bile milyonlar kazanma rejimidir. Sonuçta 1912 yılında çelik bir konserve kutusunun içine koyduğu 1514 kişiyi Atlas Okyanusu’nun buz gibi sularında boğarak öldüren kapitalizm, 111 yıl sonra, bu konserve kutusunu göstermek için denizaltına yüklediği 5 kişiyi de patlattı. Patlayanlardan biri de denizaltının sahibi OceanGate şirketinin kurucusu Stockton Rush. Yani yüzyıllık faciadan para kazanmak için ellerini ovuşturan ve yapılan uyarıların hiçbirini dinlemeyip okyanusa dalan kapitalist. Diğerleri ise İngiliz milyarder Hamish Harding, Titanik’in kaşifi Paul-Henri Nargeolet, Pakistan kökenli İngiliz iş insanı Shahzada Dawood ve 19 yaşındaki oğlu Süleyman… Titanik’in enkazını görmek için kişi başı 250 bin dolar ödemişti hepsi.
Rhodiapolis’in kapısını çalan yok
Uluslararası sermaye, dünya kapitalizmi, Titanik’in enkazını bile kişi başı 250 bin dolara gösterirken, biz Antalya’da Side, Perge, Patara, Aspendos, Termessos, Myra, Side, Selge, Phaselis, Olympos gibi kentlerin hepsini birden, kişi başı 100 doların altında gezdiriyoruz. Kumluca’daki Rhodiapolis, Finike’deki Limyra, Alanya’daki Syedra, Manavgat’taki Lyrbe, Serik’teki Sillyon, Kaş’taki Ksanthos gibi kentlerin ise kapısını çalan bile yok. Oysa bunların her biri en az 10 Titanik eder, üstelik görmek için denizaltıya filan da gerek yok. Atla uçağa gel Antalya’ya… Otel ucuz, cebindeki bozuk parayla en iyi restoranda yemeğini ye, masmavi denizde yüz, sıcacık kumlarda yat, Rhodiapolis’i keşfet, Termessos’a tırman, Selge’de soluk al, Syedra’yı tanı… Sadece bu kadar da değil… Antalya en az 240 antik kent ve yerleşime sahip. 2-3 bin civarında arkeolojik, tarihi, kültürel ve doğal sit alanı bulunuyor kent genelinde. Her köşesinde bir sürpriz, bambaşka bir peyzaj, apayrı bir hava, özel bir atmosfer, düşlerinizi harekete geçirecek bir dünya ziyaretçilerini bekliyor. Gezmeye, keşfetmeye, tanımaya, anlamaya, öğrenmeye doyamazsınız. O kadar zengin, o kadar nitelikli, o kadar özgün…
Eşsiz tiyatronun yanına çakması
Peki niye para etmiyor kentlerimiz, tarihimiz, doğamız? Çünkü tanıyan yok, tanıtmıyoruz. Fakat buna gelmeden önceki adımları görelim hep birlikte. Tarihi alanları, doğayı lüks otellere, turistik tesislere kurban ediyoruz. Bu ülke yöneticisinin, devlet adamının, bürokratının, turizmcisinin umurunda değil insanlık mirası. Umurunda olmadığı için de ne kadar zengin bir coğrafya, ne kadar büyük bir tarih üzerinde oturduğunun, yayıldığının farkında değil. Dünyanın bir sürü ülkesi en ufak bir tarihi yapıdan, küçük bir eserden tonlarca para kazanırken, Türkiye’de ise devlet ve sermaye alabildiğine cahil, kör, çapsız, vizyonsuz. Bunun üstüne, deve güreşi düzenlemeyi ve domates, biber, patlıcan heykeli dikmeyi bir antik kente yatırım yapmaya, bir kazıya destek vermeye tercih eden vasıfsız yerel yöneticileri ekleyin. Aksu’da Perge antik kentinin 100 metre önüne, alçı sütunlardan, beşinci sınıf kopyalardan Perge Parkı yapmış bir belediye başkanı. Dünyanın en ünlü tiyatrolarından Perge Tiyatrosu’nun 100 metre yanında alçıdan bir çakması, komik desen komik değil, trajik desen yetersiz kalıyor. Sen o müthiş yapıları, beşinci sınıf alçı seviyesine indirirsen, kafandaki Perge buysa, vizyonun bu kadarsa, yabancı turist bozuk para bile bırakmaz, halkımız da kıyısından köşesinden kırar, döker, dinamitle patlatır, deler, kazar, soyar. Tanıtıyor muyuz? Hesapta tanıtıyoruz. Fakat kum, güneşi, denizi, ucuz otelleri pazarlamaktan, tarihi anlatmaya, mesela iyi gişe yapan bir film çektirmeye, çok satan bir roman yazdırmaya vakit kalmıyor. Troya filmini izliyor dünya, turist Malta’ya gidiyor. Oysa kent bizde, tarih bizde, coğrafya bizde… Niye oraya gidiyor? Çünkü hikayeyi onlar anlatıyor, senaryoyu onlar yazıyor, yatırım yapıyor, para döküyor, karşılığını alıyor. Bizimkilerse orijinal tiyatronun yanına alçıdan çakmasını yaparak turizme hizmet ediyor. Çakma yöneticiye çakma turizm işte…