Gelişmiş ülkeler ile gelişmekte olan ülkeler arasındaki zenginlik farkı 'Soğuk Savaş'ın sona ermesinden günümüze azalmaya başladı. Küreselleşme sürecine paralel olarak gelişmekte olan ülkeler ürettikleri mamul ürünleri daha kolaylıkla batılı ülkelere satıyorlar. İhtiyaçları olan kredileri ve doğrudan dış yatırımları kolaylıkla bulabiliyorlar. Ucuz işgücüne sahip olmaları ve emek yoğun üretim yapmaları ise onları işgücünün pahalı olduğu batılı ülkeler karşısında daha avantajlı kılıyor.

Küreselleşme sürecinin altın çağını yaşadığı 1990 ve 2000'li yıllar birçok batılı çok-uluslu şirketin yatırımlarını batıdan doğuya kaydırmalarına sahne oldu.

Başta Çin olmak üzere gelişmekte olan ülkelerin dünya üretimindeki payları yüzde altmışları buldu.

Bundan otuz yıl önce yıllık üretimi bir trilyon doların altında olan Çin bugün yaklaşık onbeş trilyon dolarlık ekonomisiyle dünyanın ikinci en büyük ekonomisi. Bu kadar kısa sürede bu kadar dikkat çekici bir sıçramaya dünya daha önce hiç şahit olmamıştı.

Çin'den ilham alan diğer gelişmekte olan ülkeler de büyüme odaklı ekonomi politikalarına hız verdiler. Ülkemiz de bunlardan biri ve son yirmi yıldır yaklaşık iki buçuk kat büyüdü.

Son yıllarda dünyanın doğusunda yer alan ülkeleri ziyaret eden ortalama biri batı mı yoksa doğu mu daha modern diye sorulsa büyük ihtimalle doğu diye cevaplar. Modern yollar, hızlı trenler, büyük barajlar, ihtişamlı hava limanları, göz alıcı alışveriş merkezleri, başdöndürücü yükseklikte şatafatlı rezidanslar, devasa parklar ve buna benzer yapılar günümüzde batıdan çok doğuda yer alıyor. Tokyo, Şangay ya da Singapur kesinlikle New York, Londra ve Berlin'den daha şatafatlı ve görkemli.

Ama bütün olay bu mudur? İhtiyacımız olan görkemli ve ihtişamlı bir yaşam mıdır? Belki daha da önemlisi bu ihtişam ve görkemin öz kaynaklarla mı yoksa taşıma suyuyla mı yapıldığıdır.

Tasarruf oranlarının yüksek olduğu, üretimin itici gücünün iç pazardaki talepten kaynaklandığı, üretilen ürünlerin katma değerinin yüksek olduğu, üretimde yüksek teknoloji ve sermayenin hammadde ve iş gücünden daha fazla yer aldığı, düşük faizli iç ve dış borç bulunabildiği, borçlu dahil olunsa borcun sürdürülebilir bir şekilde döndürülebildiği, kişi başına düşen milli gelirin 20 bin dolardan az olmadığı ve üretilen zenginliğin toplumun bütün kesimleri arasında adil bir şekilde paylaşıldığı durumlarda niceliksel büyüme herhalde kimseyi rahatsız etmez.

Ama son yıllarda gördüğümüz manzara yukarıdaki gibi kaliteli bir büyümeden ziyade merhametsiz bir büyüme. Bu büyümenin kalkınma olmadığı ise neredeyse kesin.

Kalkınma insanı odak noktasına alır ve kaliteli yaşama ulaşmayı amaçlar. Hedeflenen şey aylık gelirin önemli bir payının yaşamsal ihtiyaçların giderilmesinden çok kişisel tekamüle ayrılmasıdır. Kalkınmış toplumlarda insanlar entelektüel ve kültürel olarak kendilerini ileriye taşıyacak maddi imkanlara ve kurumsal yapılara sahiptirler. Kalkınma nitelik, büyüme nicelik merkezlidir.

Kalkınmış insan seyahat eder, kitap okur, ruhunu besleyecek müzik dinler, başkalarından birşeyler öğrenmeye çalışır, hayatını idame ettirecek maddi gereksinimleri karşılamanın ötesine geçip hep daha fazlasına sahip olmanın peşinde koşmaz, daha fazlanın değil daha iyinin peşindedir. Daha uzun ve daha sağlıklı yaşamak, daha temiz havayı solumak, daha temiz suyu içmek, daha açık fikirli olmak, başkalarına karşı daha anlayışlı olmak ancak kalkınmış toplumlarda olur.

Tükettiklerinin esiri değil ürettiklerinin sahibidir kalkınmış insan. Büyüyen insan başkalarıyla yarışırken kalkınan insan kendini aşmaya çalışır. Kalkınma insanın metalaşmaması ve ürettiklerine yabancılaşmamasıdır aynı zamanda.

Büyüme kısa mesafeleri hızlı koşmayı amaçlarken kalkınma maroton koşmaya benzer. Büyüme insanı doğayı kontrol edip onu hakimiyeti altına almaya iterken, kalkınma insanı doğayı anlamaya ve onun bir parçası olduğunu kabullenmeye zorlar.

Kalkınmış toplumlarda erkekler ve kadınlar cinsiyet farklarına rağmen insanlık temelinde eşittirler. İnsanları değerli kılan yetenekleri ve becerileri doğrultusunda yaşadıkları toplumun kalkınmasına yaptıkları katkıdır. Başarının kriteri kimi tanıdığın değil işi ne kadar iyi yaptığındır. Kalkınmış toplumlarda kadınlar aynı işi yaptıkları erkeklerden daha az ücret almazlar veya hiç çalışmayıp evde eşlerinin yolunu beklemezler. Kalkınmış toplumlarda kadınlar öznedir, nesne değil. Cinsiyetleri ya da yaşları onları cumhurbaşkanı, başbakan, milletvekili ya da üst düzey yönetici olmaktan alıkoymaz.

Çin büyüyen bir ülkedir Finlandiya ise kalkınan.

Karar bizim.