Çoğu insan seçimler yapar, kararlar alır ve kararları uygularken kendini hayal eder, düşünür, kafasında tekrar tekrar geçmişi oynatır, kurguladığı geleceği canlandırır. Şimdiki zamanı bu şekilde harcadığı için düşündüklerini eyleme geçirecek gücü kendinde bulamaz.
Bazı insanlar yaptığı seçimlerden ve aldığı kararlardan sonra, çoğu insan gibi sadece karar almakla yetinmeyip, az insanın yaptığı gibi o kararları uygulamaya koyarak sınırlarını zorlayıp, sınırlarını ve kendini keşfeder.

Zihninde kararlar alıp onları uygulamamak, insanı sadece yorar ve kendisine saygısının azalmasına neden olur; çünkü bir şeyi bilmek ayrı, onu uygulamak apayrı bir şeydir. Uygulamak, deneyimden doğan yeni bilgiyle adım adım bilgeliğe doğru ilerlemeyi sağlar. Alışkanlıkların ve bağımlılıkların zincirinden kurtulunca, anlık tatminler uğruna uzun vadeli hasarlar almaya aslında değmeyeceği daha iyi anlaşılır.

Hiçbir amaç, kişinin kendisine saygısını kaybetmesine değmez. Hayata dar bir pencereden bakarak sadece o pencerenin gösterdiği açıyı görebiliriz. At gözlüğü takan insanlar ne öğrenebilir ki? “Saygı yaşamdan daha uzun sürer.” demiş Carl Gustav Jung. Saygı ve güven, kazanılan duygular oldukları için, içleri eğer eylemle uzunca bir süre doldurulmazsa, geri kazanması zor bir şekilde kaybedilir. Bu yüzden hayatlarımızda saygı ve güvenimizi hak eden ve bunun için çaba sarf eden insanlar olmalı; diğerleri için değmeyeceğini öyle ya da böyle hayat önümüze getiriyor.

Her şey olması gerektiği gibi, olduğu gibi, olduğu için, olacağı için, kendi olmanın verdiği rahatlıkla çabasız, ahenkli, akışta, özgür, teslim… Aslına bakarsanız olan, asla olmayacak olan, olması gereken, olacak olan arası bir yerdeyiz. O kadar çok ihtimalin, kızgınlık ve öfkenin, mutluluk ve sevginin, asla ve keşkenin karışımı bir kokteyl gibi ki hayat, kim hangi pencereden içerse başka bir tat alıyor. Zamlardan sonra bir şey içecek hal de kalmadı gerçi kimsede, hiçbir şeyin tadı da kalmadı.

Ne tarafa başımızı çevirsek bir sorun. Uyguladığı şiddetin sebebini sevgi olarak savunan erkeklerden ve şiddetin cezasının iyi hal indiriminden dolayı caydırıcı olmamasından adaletin a’sını her yerde arar olduk.  Her seven böyle yapsa dünyada sağ, sağlıklı ve sağlam insan kalmaz. Bu nasıl savunma? Hiç mi sevilmediniz? Mutlu etmekten ve mutlu edilmekten hiç mi haberiniz yok? Bu kadarcık da mı tadamadınız insanlığı? Hayatında gerçekten sevilmek nedir, değer görmek nedir, mutluluk nedir bilmeyen kadınlar var ve bunu düşünmek bile canımızı acıtmaya yetmiyorsa şöyle bir geriye koşup insanlığımızı nerede kaybettiysek orada hızlıca geri almamız gerekiyor. İyi hal indirimlerine daha fazla ne diyeceğiz? Bir başkasının aynı şeyi yapmamasını bu kararlarla mı sağlayacaksınız? Adalet bu kararların neresinde?

İşin siyaset kısmına hiç girmek istemiyorum. Yereldeki ve ülke genelindeki siyaseti, insanların yer bulmak için kendilerini nasıl pazarladıklarını ve ne hallere düşürdüklerini, üstelik nasıl da hemen kabul gördüklerini değerlendirelim mi? Daha sapla samanı birbirinden ayıramayan, her kabın şeklini alan kişilere prim veren insanlar güç sahibi oldukça işimiz daha çok zor deyip üzülelim mi? Yoksa İlhan Berk’in dizelerine mi teslim edelim kendimizi:
“Güzel diye bildiğimiz ne varsa
Dört elle sarılmalıyız, o kadar.”
Hepimiz seçimlerimizden sorumluyuz. Kararlar alıp uyguladığımız ve uygulamadığımız tüm o anlardan sorumluyuz. Hepimiz birbirimize karşı sorumluyuz. İnsanlar boşuna “Ya hep beraber ya hiçbirimiz.” diye bağırmıyorlar, eğer onlara inanmıyorsanız Jean Baudrillard’ın şu sözlerine kulak verin:
"Her birey ötekinin kaderi aslında. Bireysel kader diye bir şey yok."