İnsan, karmaşıklığın ve derinliğin en gerçek kaynağıdır aslında.

Her birimiz içimizdeki çatışan duygularla başa çıkmaya çalışırken zaman zaman saf iyilik ve saf kötülük arasında gider geliriz. İşte insan doğasının en hakiki yansıması da bu değil midir? İçimizdeki ışıkla karanlık arasındaki denge kurma çabaları…

İyilik ve kötülük, birbirine karışan çizgiler haline gelir ve insanın içerilerinde bir yerde belirsiz bir sınır oluşturur. Bazen karanlıkların aydınlığa bazen aydınlıkların karanlığa karıştığı, bazense belirsizleştiği ince bir ip üzerinde yürümek kadar zor bir denge meselesi.

Karakterim; aslında saf kötülük içinde bile bir iyilik izine rastlamamın zor olmayacağını düşünmeye daha meyilli olsa da, öğrenimlerimin bana sunduklarından yola çıkarak karakterimi de bir kenara bırakıp bakış açımı, saf iyilik içinde bile küçük bir kötülük tohumu yeşerebileceğini kabullenmem yönünde değiştirmem gerektiğiyle yüzleşmek zorunda kaldım belki de.

Bir an için bile olsa, güzelliğin içindeki çatlaklardan kötülüğün hışmı sızabilir. Bu gerçeği kabullenmek, bir olgunlaşma ve kabullenmenin hikayesini oluşturuyor aslında.

Sanırım bu, insanın karmakarışık doğasının bir ifadesi. Koca bir duygusal zenginlik içinde gizli ve anlaşılmak için bekleyen bir iç ses.

Hayatın zorluklarına karşı direnmek, dağları tepeleri aşmak adına gösterilen bir çaba, belki de saf kötülük içindeki gizli bir iyiliktir.

Bu çatışmalar aslında edebiyatta, sanatta ve filmlerde de işlenmez mi hep?

İyi karakterlerin içindeki küçük kötülükler, kötü karakterlerin içindeki ince iyilik izleri, bu hikayeleri zenginleştirirken tüm karakterlere derinliğini katan da budur düşünüldüğünde.

Saf iyiliğin içindeki saf kötülük, bir hikâyenin içinde oldukça dramatik bir gerilim yaratır, işte o zaman izleyici ve okuyucu, karakterlerin tüm bu çatışmalarıyla birlikte duygusal bir bağ kurabilir.

Tıpkı böyle işte. Kendi hayatımızın karakterleri olarak, bu çatışmaların içinde yürüyen ve izleyen de biz değil miyiz?

Kendi derinliklerimizde, sadece kendi yarattığımız ışıkla, karanlığın dengesini bulmaya çalışarak gerçekliğin peşinden gidebilmek, epeyce büyük bir keşif sanki. Saf iyilik içindeki saf kötülük, insan olmanın da bir izdüşümü aslında.

Fark ettiğim bir şey var ki; insanın içindeki zıtlıklar, etiketlenmiş tüm olguları aşan bir karmaşıklığı yansıtıyor. Birbirine karışmış renklerin resmine benzetiyorum bunu artık, karmaşık ancak aynı zamanda derin bir güzelliği de varmış gibi.

Örneğin artık insanları iyi ve kötü diye sınıflandırmamayı da öğrenme yolculuğundayım. Çünkü bende denge maalesef ‘iyi’ adına ağır basıyor sıklıkla.  Belirli bir durumda veya çevrede ‘iyi’ ya da ‘kötü’ olarak nitelendirdiğimiz davranışlar insanda ciddi anlamda çatışmaya neden oluyor. İyilik ve kötülük arasındaki bu ahenk bazen koca bir iç savaşa bırakabiliyor yerini mesela.

Sonuç olarak, saf iyilik içindeki saf kötülük, insan olmakla ilgili, çatışan doğasını yansıtan bir ayna görevini üstleniyormuş. İçerilerdeki bu mücadele de insanda keşfetme, anlama ve kabul etmekle birlikte, bu yolda iyilik ve kötülük arasında gidip gelirken dengeyi bulmak adına ömür boyu sürecek bir yola çıkaracak olanmış.