Bazen bir insanı anlamak için kelimelere ihtiyacımız olmadığını fark ederiz. Gözlerde, duruşta, en ufak bir jestte bile gerçeğin ipuçları gizlidir. Beden dili, insanın iç dünyasının altyazıları gibidir. Fark eden okur, okumayan sadece seyreder. İşte tam da bu yüzden, Dr. Murat Kaplan’ın beden dili üzerine yaptığı sunum yalnızca bir eğitim değil, adeta insan doğasını keşfe çıkan bir yolculuktu.
Sunumu izlerken sanki iki saatte yüzlerce kitap okumuş, birkaç film ve dizi sezonu bitirmiş, hatta o iki saate yıllar sığdırmış gibi hissettim. Kalabalığın içinde kendime doğru bir yolculuğa çıkarken başkalarının da kendi iç dünyalarına yaptığı yolculuğa şahit oldum. Her anı kıymetliydi. O kadar etkilendim ki içimden “Keşke onun öğrencisi olabilsem!” diye geçirdim. Gelelim bu eğitimde öğrendiklerimize...
Dil, insanın gerçek niyetini saklamak için geliştirilmişti ve beden dili, bu perdenin ardındaki gerçeği ortaya çıkarıyordu. Sunum sırasında zihnime kazınan bir cümle vardı: "Birinin hayatını altüst etmek mi istiyorsunuz? Belirsizlik yaratın, perişan olur". Çünkü insan, kesinlik isterdi; öfkenin altını kazıdığınızda altından korku çıkardı. Bazen ölüler sadece mezarlıklarda olmazdı; bazı evlerde yaşayanların üzerine hiç toprak atılmamıştı ama çoktan ölmüşlerdi.
Bedenimiz, zihnimiz ve hormonlarımız tercih ettiğimiz hayatı belirliyordu. "İnsan, hormonlarının toplamıdır" derken Dr. Kaplan, fiziksel sağlığımızın da psikolojik durumumuzla ne kadar bağlantılı olduğunu anlatıyordu. Bağırsaklarımız ikinci beyin gibiydi; ne yiyip içtiğimiz, nasıl durduğumuz, hatta nasıl hareket ettiğimiz bile ruh halimizi ve kararlarımızı etkiliyordu. Ödemler çoğu zaman yanlış duruştan kaynaklanıyordu, fıtık problemleri vücuda verdiğimiz yanlış mesajlarla oluşuyordu. Çok uyumak her zaman dinlenmek anlamına gelmiyordu. "Omurga sağlığı bir milli güvenlik sorunudur" diyerek, fiziksel duruşun zihinsel duruşumuzu da şekillendirdiğini vurguluyordu.
Bir şeyi biliyor olmak yeterli değildi, önemli olan bildiklerimizi hayata geçirebilmekti. Doğan Cüceloğlu’nun firmalara "Şirket psikoloğunuz var mı" diye sorduğunu ve ardından çalışan sayısına göre kaç psikoloğun olması gerektiğini hesapladığını duyduğumda, iş dünyasında bile insan psikolojisinin nasıl göz ardı edildiğini fark ettim. Oysaki kararlarımızın ardında yalnızca mantık yoktu; hormonlar, çevresel etkiler ve iç konuşmalarımız bizi yönlendiriyordu. "Silahı genetik doldurur, tetiği çevre çeker." Bu yüzden de bizi yönlendiren gerçekleri fark etmek kritik bir avantaj sağlıyordu.
Beden her zaman gerçeklikte, yani anda yaşardı ama zihin geçmişte ya da gelecekte gezinirdi. Düşüncelerimizin ve seçimlerimizin büyük bir kısmı iç konuşmalarımızın ürünüydü. "İç konuşmalar kişiliği oluşturur" cümlesi, bunu en net şekilde özetliyordu. Kardeşlerin bile karakterlerinin neden farklı olduğunu anlatırken, aslında her çocuğun farklı bir anne-baba tarafından yetiştirildiğini söylediğinde, ebeveynlik deneyiminin bile çocuğun doğum sırasına göre değiştiğini fark etmemizi sağladı.
Fark etmek demişken, aslında hayatın her alanında en büyük avantaj farkında olmaktı. Gerçekler her zaman apaçık ortadaydı; bazen onları görememek bizim eksikliğimizdi. "Fark eden avantaj kazanır. Her şey apaçık ortadadır; sizin göremiyor olmanız gerçeği değiştirmez." Ve belki de en tehlikelisi, gerçeğin varlığını kabul etmek yerine onu inkâr etmekti. Manipülasyonun en büyük gücü de buradan geliyordu: "Sizi manipüle ediyorlar, gerçeği bulmak için" Çünkü her yalan beyinde hasar bırakıyordu. Zihin, gerçekle çelişen her sahte bilgiye maruz kaldığında çatışma yaşar. Bu çatışma, düşünce süreçlerini bozarak karar verme mekanizmasını zayıflatır. Manipülasyonun gücü de tam burada devreye girer: İnsanlar, gerçeği sorgulamak yerine sunulan hikâyeye inanmayı tercih eder. Aslında, birçok kararın bizim elimizde olduğunu sanırken, düşündüğümüzden çok daha fazla yönlendiriliyorduk. Sunumda kullanılan bir cümle daha geldi aklıma: "Onları her kararı kendilerinin aldığına inandırın."
Ancak yanlış kararların bedelini yalnızca bireyler değil, toplumlar da ödüyordu. Bir yanlış istihdam, tüm bir takımı yok edebilirdi. "Karakteri işe al, beceriyi eğit." Çünkü karakter değişmezdi ama beceriler geliştirilebilirdi. İş dünyasından sosyal hayata, eğitimden insan ilişkilerine kadar her şeyde temel farkı yaratan, kararları nasıl aldığımızdı. Ve çoğu zaman, sandığımızdan daha fazla ipucu elimizdeydi.
Bu eşsiz deneyimi bizlere sunan ANODEM’e yürekten teşekkür ederim. Her seferinde biraz daha derinleşen, biraz daha farkındalık kazandıran bu buluşmalar, sadece bilgi edinmekle kalmayıp hayatı daha bilinçli yaşamanın kapılarını aralıyor. Beden dili, insan doğasının şifresidir; fark eden yol alır, fark etmeyen yönlendirilir. Bu yüzden gördüğümüzü gerçekten görmek, duyduğumuzu gerçekten anlamak ve yaşadığımızı gerçekten hissetmek için farkındalığımızı artırmaktan başka çaremiz yok.
Sözsüz hakikat
Funda Alpaslan Talay / Uzman Sosyolog
Yorumlar