Vatanını seven herkes gibi benim de hayallerim var. Düşlerimde özgürlük, adalet, hak, hukuk, saygı, empati, anlayış gibi kavramların eylemlerle içinin dolduğu, karınlarını nasıl doyurup borçlarını nasıl ödeyeceğini düşünen değil de sanatta, bilimde, teknolojide, her alanda üreten ve birbirini olduğu gibi kabullenip birbirini kucaklayan demokratik bir toplum var.
Hayallerimden biri gençlerin gelecek ve iş bulma kaygısı yaşamadan istedikleri bölümde okumaları, okurken yeterli donanıma sahip üniversitelerde eğitim görmeleri, yeterli beslenebilmeleri, barınma problemi yaşamamaları, sosyal hayata karışabilmeleri, her hafta sinema ve tiyatroya gidebilecek bütçelerinin olması, dilediği kitapları alabilmeleri, yabancı dil öğrenebilecek imkânlarının olması, istedikleri gibi giyinebilmeleri, fikirlerini özgürce ifade edebilmeleri; geleceğimiz için umutlu, huzurlu, mutlu ve donanımlı gençlerin mezun olduktan sonra kolayca iş bulup hemen üretime katılmaları. Eminim bu her vatanseverin hayallerinden yalnızca biridir. Bunun hayal olarak kalmaması hepimizin elinde.
Kadın, çocuk, bebek, hayvan ölümlerinin ve tecavüzlerinin olmadığı; kadınların özgürce giyinip özgürce hayata katılabildiği, kadınların bir hayvan ya da mal gibi göründüğü zihniyetin ve sahiplendirilme gibi insanlığa yakışmayacak cümlelerinin tarihin karanlık sayfalarında kaybolduğu çağdaş bir toplumda yaşamayı çok istiyorum. Çocukların tok bir şekilde attığı kahkahalarıyla, iş sahibi anne ve babalarıyla, sağlıklı bir ortamda büyüdükleri bir toplumun bir parçası olmayı çok istiyorum. Ve bu öyle bir toplum olmalı ki sevmediği kişilerin bile ifade özgürlüğüne sahip çıkan insanlardan oluşmalı; çünkü demokrasi ancak bu şekilde var olabilir. Susturarak, korkutarak, sindirerek değil de medeni ve modern bir şekilde karşıdakini dinleyerek, tartışarak, konuşarak yol alınabilir. Biliyorum 21. yüzyılda hala bunları konuşuyor olmak pek çoğumuz için acı verici. Ama fikrine inanmadığınız kişinin de sizin de hepimizin de tek çaremiz birbirimizi dinlemek, birbirimize saygı duymak, birbirimizi anlamaya çalışmak. Başka bir yolumuz yok. Dinlememek, saygı duymamak, susturmaya, sindirmeye ve korkutmaya çalışmak bir hastalık ve bundan toplum olarak kurtulmamız lazım. Bu hastalıktan kurtulmak hepimizin birbirimize karşı sorumluluğu. Bunun için önce dinlemeyi öğrenmemiz gerekiyor, sabretme ve saygı konusunda kendimizi geliştirmemiz gerekiyor. Kendimizi birlik olmaktan alıkoyan her şeye sırtımızı dönmemiz gerekiyor; çünkü ne kadar tersi için uğraşılsa da ve hala inanmasan da biz biriz. Birimiz bile olmadan bu toplum ve hayat eksik olurdu.
Cumhuriyete ve demokrasiye sıkı sıkı sarılmamız lazım. Neye inandığımıza, ne düşündüğümüze ve söylediklerimizle karşımızdakini nasıl etkilediğimize dikkat etmemiz ve farkında olmadan neyi yaydığımıza karşı farkındalık geliştirmemiz lazım.
Akademisyen, siyasetçi ve sosyolog Behice Boran “Sosyoloji, değişmenin bilimidir” demişti. Sandıklardan hangi sonuç çıkarsa çıksın, değişim muhakkak oluyor, olacak ve biz sosyologlar da bunları tespit edeceğiz. Bizi nasıl bir gelecek beklediğini kimse tam olarak bilemese de benim çok iyi bildiğim bir şey var: Sosyologların yer bulamadığı bir toplum ilerleyemez. Ziya Gökalp’in dediği gibi “Sosyoloğu olmayan bir kavim yürüyeceği doğru yolu tayin edemez”...