Geçenlerde çok güzel bir anekdot okudum: Bir profesör öğrencisini kürsüye çağırıp "Anlat dersi" demiş. Öğrenci anlatmaya başlamış. Profesör daha sonra, "Şimdi kürsünün üstüne çık, devam et" diye eklemiş. Öğrenci kürsüye çıkmış ve anlatmaya devam etmiş. Ardından profesör, "Kürsünün üstüne bir sandalye koy, onun üzerine çık ve devam et" demiş. Öğrenci denileni yapmış. Profesör bu sefer de "Şimdi sandalyenin üstüne bir tabure koy, onun üzerine çık, devam et" demiş. Öğrenci artık düşmemek için dengesini sağlamakta zorlanırken konuştukça söylediklerinde tutarsızlıklar baş göstermeye başlamış. Dersin sonunda profesör, "İnsan yükseldikçe söylediklerinde tutarsızlıklar olur, çünkü beyin artık söyleneni değil, bulunduğu yerden düşmemeyi önceler" diyerek dersi bitirmiş.
Bu anekdot, insanın yükseldikçe karşılaştığı zorlukları ve artan sorumluluklarını sembolik bir şekilde gözler önüne seriyor. Profesör, öğrencinin fiziksel olarak yükseldikçe dengeyi koruma çabasının artmasına, bu çabanın ise onun anlatımındaki tutarlılığı zedelemesine dikkat çekiyor. Burada asıl vurgu sadece yükseğe çıkmanın değil, bu yükseklikte dengede kalabilmenin önemine yapılıyor. Hayatta da durum pek farklı değil; insanlar bir mevki veya statü kazandıkça onların üzerindeki baskı ve dengeyi sağlama çabası da aynı oranda artar.
Yükselmek, dışarıdan her ne kadar başarı gibi görünse de bu başarıyı sürdürebilmek, en az oraya çıkmak kadar zor bir iştir. Yüksek mevkilere sahip olan kişiler, zamanla bu mevkileri kaybetme korkusuyla hareket etmeye başlarlar ve bu korku, düşüncelerini, kararlarını hatta söylediklerini etkiler hale gelir. Bu noktada, bireylerin önceliği artık ne söylediklerinden çok, bulundukları konumu korumak olur. Bu da çoğu zaman tutarsızlıkları ve hatta çelişkileri beraberinde getirir. Aslında bireyin zirveye tırmanma sürecindeki en büyük sınavı, bu yükseklikten düşme korkusu değil, etik değerlerinden sapmadan ayakta kalabilmektir.
Toplumda da benzer bir dinamik işlemektedir. Bir kişinin statüsü yükseldikçe, hatalı kararlar alma riski artar, çünkü sorumluluklar büyüdükçe üzerindeki baskı da katlanır. Bulunduğu yeri koruma çabası, kişinin akılcı ve tutarlı kararlar almasını zorlaştırabilir. Ancak gerçekten başarılı olanlar, bu baskılar altında bile dengede kalabilen, söyledikleri ile yaptıkları arasında tutarlılığı koruyan ve değerlerinden ödün vermeyenlerdir. Bu dengeyi koruyabilmek, yükselişin en büyük sınavıdır.
Anekdotun verdiği mesaj son derece açık: Yükselmek bir başarı olsa da zirvede dengede kalabilmek, söylemler ve eylemler arasında tutarlılığı sürdürebilmek, daha büyük bir başarıdır. Başarı, sadece bulundukları konumla değil, o konumdayken sergiledikleri duruşla ölçülmelidir. Ne kadar yükselirsek, etik değerlerimize ve doğruluğumuza tutunmak, asıl yükseliştir. Çünkü gerçek düşüş, konumdan değil, karakterden vazgeçildiğinde başlar.
Bu anekdot bize bir ders daha veriyor: İnsanın her yükseklikten düşme tehlikesi olsa da asıl önemli olan bu tehlikeye karşı durabilmektir. Tutarlılık ve dürüstlük, en tehlikeli zirvelerde bile kişinin sağlam adımlarla ilerlemesini sağlar. Ve bu yüzden, yükselmek isteyen herkesin önce yere sağlam basmayı öğrenmesi gerekir.
Yükseldikçe dengede kalmak
Funda Alpaslan Talay / Sosyolog
Yorumlar