Antalya turizmin başkenti olarak adlandırıldı bugüne değil. Son yıllarda bunun yanına ‘tarımın başkenti’ ibaresi de eklendi. Kendini bu iki alan üzerinde kurguluyor. Tarım yeryüzünde en az 10 bin yıllık bir geçmişe sahip. Turizm ise dünkü çocuk. Yani biri dünden bugüne sayısız kültür ve yaşam katmanı oluşturmuş, diğeri ise bu katmanlardan beslenmesi gereken bir sektör. Tabii turizmi sadece deniz, kum, güneş olarak görmüyorsak… Eğer öyle görüyorsak 6 ay turist ağırlanan, diğer 6 ayda da evde yatılan bir tempoya teslim olduk, 12 ay turizmi tatlı bir hayalin ötesine taşıyamıyoruz demektir. Bu tek başına geniş ve halen sonuca ulaştırılmamış bir tartışma konusu. Fakat herhalde işi biraz daha ciddiye almak, dünkü çocuk olan turizmi binlerce yılın kültürel dolgusuyla, birikimiyle buluşturabilmek gerekiyor. Antalya çok az kişinin farkında olduğu, yönetici kadroların, turizmi yönetenlerin, kenti şekillendirenlerin fark etmediği, fark etmek istemediği ya da daha vahimi, çaplarının yetmediği bir zenginliğe sahip. Nedir o? Kaş’tan Gazipaşa’ya kadar uzanan ve kuzeyde İbradı, Akseki, Korkuteli, Elmalı topraklarına yayılan bu coğrafya da 250 civarında antik kent, binlerce irili ufaklı yerleşim, toprağın, ağacın, dağın, tepenin arasına gizlenmiş bir dolu eski çağ çiftliği, kalesi, kulesi var.
Burnumuzun ucundaki tarih
Antalya bu 250 civarında antik yerleşimle aslında arkeolojinin de başkenti. Patara, Perge, Aspendos, Phaselis, Olympos, Termessos filan zaten herkesin malumu… Değerlerini tartışmaya bile gerek yok. Fakat bunlar buzdağının görünen yüzü… Hiç ummadığınız yerlerinden tarih fışkıran bir kentte yaşıyoruz. Birçok kişinin farkında bile olmadığı bir örnek vereyim: Güllük Caddesi’nin bitimini Cumhuriyet Meydanı’na bağlayan Kadın Yarı’ndaki köprünün altında bir Roma köprüsü yatıyor. Yıkık dökük de değil üstelik, sadece sonradan yapılan asfalt köprünün altında kaldığı için farkında olmadan üstünden geçip gidiyoruz. AKM’de etkinlikler oluyor, festivaller, seminerler düzenleniyor, insanlar ön kapıdan girip çıkıyorlar. O yapının arkasına geçseniz antik Roma yolunun bir parçası karşılayacak sizi. Binlerce benzer örnek verebiliriz. Bunlar hemen burnumuzun ucundaki detaylar.
Turizmciler sahip çıkmıyor
Peki, bu zenginliğin farkında mıyız? Fazla değil… Patara yılı, Perge yılı gibi organizasyonlarla bir farkındalık yaratıldı elbette, fakat bu kentte bir seferberliğe, bilince, farkındalığa, kolektif bir çabaya dönüşemedi. Arkeoloji bir tarafta duruyor, Antalya diğer tarafta… Antik kentlerin büyük çoğunluğu kaderine terk edilmiş durumda… Sürekli yağmalanıyorlar ve herhangi bir önlem yok. Elinde düdükle bir bekçi bile dikemiyoruz henüz başlarına. Yolları patika, insanlar gezmeye gitseler yerini bulamıyorlar, araç kalkmıyor çoğuna, tabela yok, bilgi yok… Antalya sağır, kör… Bilgili, bilinçli, eğitimli, hevesli, heyecanlı kentlileri, insanları bekliyor bu uyuyan tarih. Fakat öncelikle yetkilileri, yöneticileri, yani devleti bekliyor. Sahip çıkmakta ne kadar gecikirsek o kadar yok olacak. Bu devasa zenginliğin, bu katmanların üstünde oturan Antalya, turizme kazandıramıyor bunları.
Antalya bir gün fark edecek
Örneğin İngiltere, arkeolojik zenginliği sınırlı o ülke, ellerindeki megalit denilen irili ufaklı dikilitaşları dünya ölçeğinde pazarlıyor. Girin internete, bilmem ne kasabasındaki bir metrelik Çılgın Mary dikilitaşına nasıl ulaşacağınızı, hangi otellerde kalabileceğiniz, kaça yemek yiyeceğiniz öğrenin. Bizde ise hemen arka bahçemizde duran bir dolu antik kentle ilgili sağlıklı bilgiye ulaşmak bile mümkün değil. Kelbessos’a gidin, eğer yanınızda bilen birileri yoksa saatlerce ararsınız. Ne bir tabela, ne bir bekçi, ne de ufacık bir düzenleme… Antalya’nın en çok yağmalanan antik kentlerinden biri olarak duruyor işte dağların üstünde, bir geçidin yanı başında. Elbet bir gün, çok uzak olmayan bir gün Antalya bu zenginliğini tanıyacak, sahip çıkacak, toz kondurmayacak. İşte o zaman turizm daha katmanlı bir hale gelecek, içerik kazanacak. ‘Nar’ anlamına gelen Side’yle bugünün nar üreticisi barışacak. Tarım on bin yıllık geçmişinin üstüne titreyecek, onun da bir ürün, bir zenginlik, bir servet olduğunu anlayacak.