Hayatın özünde var olan değişim ve geçicilik, çiçek açıp solmanın simgesel bir döngüsünde kendini bulur. Evrenin kucaklayıcı kollarında dönen sonsuz döngüler arasında, çiçek açmanın ve solmanın izini sürmek, insan zihnini derin düşüncelere sürükler.
Çiçekler, belki de doğanın en kırılgan ve güzel yaratıkları olarak bilinir. Tomurcuklarını açtıkları anda, güzellikleriyle bütün bir mekanı sararlar. Ancak bu kısa süreli zaferin ardından başlayan solgunlukları, yaşamın geçiciliğini ve varlıklarının belirli bir süreyle sınırlı olduğunu hatırlatır. İnsan yaşamı da tıpkı bu çiçekler gibi, belirli bir süre boyunca varlık gösterir, sonra solup gider.
İnsan, kendi varlığının bilincinde olduğunda, bu geçicilikle nasıl baş eder? Çiçek açan bir bitki, bu anı sadece yaşar, bilincinden yoksun bir şekilde. Ancak insan, çiçek açma ve solma süreçlerini izleyerek yaşamın kaçınılmaz değişimlerini düşünmeye sevk edilir. Geçiciliği fark etmek, insanın bilincinde derin izler bırakır.
Çiçek açmak, bir tür idealin gerçekleşmesi gibi algılanabilir. Ancak bu ideallerin solması, onların salt bir kavramdan öte, gerçek dünyadaki geçicilikle yüzleşmeleridir. İnsanın varoluşu, bu ideallerin doğuşu ve soluşu arasındaki zıtlıkla şekillenir.
Bilincinde olan insan, bu döngüyü sadece izlemekle kalmaz, aynı zamanda bu döngüyü anlamaya ve kabullenmeye çalışır. Geçicilikle baş etmek, bir bakıma yaşamın anlamını kavramakla eş değerdir.
Rilke’nin dediği gibi "Çiçek açmanın da solmanın da bilincindeyiz". Yaşamın anlamı, çiçeklerin açıp solmasında gizlidir belki de. Geçmişin izleriyle dolu bir anı, geleceği şekillendirir. İnsan, çiçeklerin dilinden bu evrensel gerçeği okuyarak bilincini derinleştirebilir ve yaşamın özüne daha yakından dokunabilir.