Bir sokak çocuğu bile yıkabilir bu düzeni. Kara, kuru ve çelimsiz, ama som yürek, som cesaret, som delikanlı bir sokak çocuğu, iki ucundan tutup bu ülkeyi, bir teneke parçası gibi ikiye bükerek bir kenara atabilir. Bir kenara atabilir hayatı, sokağın tenhasından gelen yorgun ve yırtık ayaklar. Ve bilmediğin bir köşesinde bu şehrin, bilmediğin bir sokak dibinde bir Spartaküs ayağa kalkabilir. Ve ayağa kalktığında o, bu kara toprağın, bu çamur dünyanın, bu ezik ülkenin kaderi baştan aşağı değişebilir. Baştan aşağı Spartaküs durumdayız biz. Baştan aşağı Zapata. Ve baştan aşağı ve tepeden tırnağa ve boydan boya ve taa ciğerimize kadar isyan kesildik. Ve bizi çaktıkları çarmıhlardan seyrediyoruz Roma’yı. Bir gün en ücrasına kadar yıkacağımız şehri seyrediyoruz şu an. Kafamız dolu ve gözlerimiz boş. Birbirine açılan sokakların birbirine kapalı çocuklarıyız biz. İhanete ve ticarete kapandık bir kez. Yok aklımızda pembe pancurlu evler. Yok aklımızda akıl.
Biz bir kap çorba parasıyız
Sokak çocuklarını kurtarmaya çalışıyor cici hanımlar. Bizi kurtarmaya ve adam etmeye çalışıyor cici adamların cici dernekleri. Güya kirli elleriyiz biz hayatın. Biz bir çorba parasıyız. Döner tezgahlarının önüyüz biz. Şehrin bileklerine saplanmış cam kırıklarıyız biz. Tenha köşelerde böğrünüze dayanan bıçaklarız biz. Tiner kokusu ve yangın yeriyiz. Oysa bir tutuşsak sabaha kadar yanarız bu aşkla. Ve bir tanemiz bile yeter, kurduğunuz her şeyi yerle bir etmeye. Bir tanemizin kalbi yeter bu dünyayı ısıtmaya ve kollarımızdan korkun bizim. Islah olmayacağız asla. Karanlığa doğru çekip uzattığınız bu sokakları bırakmayacağız. Avcumuzla şöyle birazcık tartıp, ağırlığını yokladığımız dünyanızı, çöplüğün en dibine doğru savuracağız.
Yıkılan düzene ‘çak moruk’
Havada döne döne giderken hayatlarınız, kasıklarımızı tutarak güleceğiz ardınız sıra ve sonra en yakınımızdaki kara çocuğa dönüp “çak moruk” diyeceğiz, “çak moruk”. Bu düzen yıkılırken “çak moruk” demenin çocuklarıyız biz ve yıkıcı bir aşktan doğduk, illegal bir aşktan. Ve önce gözlerimiz büyüdü, ardından kollarımız ve ayaklarımız yetişti. Şaşırmayı öğrendik önce ve kocaman kocaman bakmayı. Sonra baktığımız şeylere doğru uzandık kollarımız ve ayaklarımıza sınırsızlığı öğrettik. Yasak topraklara basmayı öğrettik ayaklarımıza. Çok keyifliydi kırdığımız bir vitrine uzaktan bakmak ve bir banka isimlerimizi kazımak acayip eğlenceliydi.
Taş sesleriyle kıvranıyor şehir
Bu şehri öldürmeyi öğrendik biz. Ve siz kendinizi kurtarmak istiyorsunuz aslında, bizi yıkayıp cici kıyafetler giydirerek. Karnımızı doyurduğunuzda rahat bir uyku çekeceğinizi düşünüyorsunuz. Oysa bizim karnımız asla doymaz. Ve biliriz ki bütün şehirler Roma ve bütün sokaklar Roma''yı yakmaya çıkıyor. Bütün sokaklarda tenha çocuklar, ellerindeki taşları birbirine çarparak kıvılcım çıkartmayı öğreniyor. Taş sesleriyle kıvranıyor şehir. Ve bir taşın altında ezilecek olmanın huzursuzluğu dolaşıyor beyaz kafalarda. “Çak moruk!”...