Bu dünya, her biri kendi iç dünyasının karmaşasını avutmak için deli gibi çırpınan insanların yaşadığı bir sahne. Ve bu gösteri, kendini avutmak için sahnelenen bir trajikomedi bana kalırsa.
Bir zamanlar çocukken gözlerimizi parlatan masalların gerçekliğe dönüşmediğini fark ettiğimiz an, içimizdeki deliye dönüşme süreci başlıyor. Hayatın karmakarışık sokaklarında kaybolur, kendi kendimize sormadan duramayız. Kendini avutmak için çabalamak, bu yolculuğun bir parçasıdır.
Hepimiz dünyanın bu koca sahnesindeki yerimizi arıyoruz. Kimimiz, güç ve zenginlikle tatmin olmaya çalışır, bu dünya sahnesindeki rolünü daha büyük bir anlam kazandırmaya çalışır. Kimimiz ise aşk ve ilişkiler aracılığıyla içsel boşluklarını doldurmayı deneyerek avunmaya çalışır. Ancak ne kadar çabalasak da bu rolleri oynamak ve içsel huzuru bulmak çoğu zaman bir ‘hayat’ kadar uzakta kalır.
Her insanın yaşadığı hikaye, kendi iç dünyasının derinliklerine kadar inen yankılar taşır. Bazen, geçmişteki hataları düzeltmenin izini sürer; hüzünlü bir melodiyi daha parlak bir nota dönüştürmeye çalışırız. Bazense geleceği inşa etmek için yeni notaları özgürce yazmaya çabalarız. Bu süreç içinde bazı anlar var ki çırpınan kanatlarımız yorgun düşer ancak yine de kararlılıkla çırpınmaya devam ederiz. Bu kararlılık, bazen gerçek bir inançtan, bazen de sadece umutsuzluğun karanlığına karşı bir direnişten kaynaklanır.
Her birimiz, bu büyük trajikomik öyküde esiriz. Kimimiz, çırpınarak umutsuzca kaçmaya çalışırken kimimiz ise sessiz bir çöküntünün pençesinde boğuluruz. Kendini avutmak, kaçışın bir başka adı aslında. Ancak bu kaçış sadece geçici bir teselli. Gerçek dünya orada, kapımızın önünde.