Makroekonomi konuşmasını da yazmasını da biliriz. Politika faizi nedir, kamu bankalarından nasıl dolar fonlanır yıllarca yazdık.  O işi ekonomistlere bıraktım. Fakat onlar da konuşamıyor. Eleştiriye tahammül yok.

Derdimiz Mikroekonomi, halkın ekonomisi, çarşı pazar enflasyonu.

Yaşadığım seralar bölgesi çiftçileri ile konuşuyorum. Hayvancılık iflas etmiş, süt para etmiyor. Üretim bölgesi Antalya’da soğan, patates, domates 30 liralarda.

İş adamları ile dertleşiyorum. Üreten bir sanayi yok, 50 yıllık iş adamı haykırıyor; ‘Türkiye tarihinin en büyük ekonomik krizini yaşıyoruz.’ diyor.

Temel ihtiyaçları karşılayacak, günlük yaşamı rahatlatacak ortamı yaratmak varken biz başka şeyleri konuşuyoruz. Öncelikleri konuşmuyoruz. Ne konuşuyoruz? ‘Hizmet satalım daha çok vergi alalım ve daha çok tüketelim!’

Kazanamayan insan nasıl vergi verecek? Kazanmayan insan nasıl hizmet alacak ve ne tüketecek?

Bakın arkadaşlar; Yoksullukla mücadelenin yolu üretimden geçiyor. İnsan ve ülke ekonomisi üretimle büyür. Ürettikçe paylaşırsınız, verginizi ödersiniz ve büyük yatırımları konuşursunuz.

***

Antalya’da semtlerde, eskiden köy olan mahallelerde birlikte yaşadığım yabancı göçmenlerle konuşuyorum. Onlar da artık pahalılıktan söz eder duruma geldi. Suriyelisi, Rus’u, Ukraynalısı da Antalya’nın en büyük sorununun pahalılık olduğunu söylüyorlar. Bu pahalılığın sorumlusunun kendileri olmadığına işaret ediyorlar. Denetim istiyorlar. Yani giderek yoksullaşan bir toplum olduk. Bu yoksulluk içinde mutlu olabilmek olası mı?

Ekonominin durumu böyle.

***

Fransız yazar Romain Gary’nin Emile Ajar adıyla yazdığı, filmi yapılan, ülkemizde tiyatroya da uyarlanan ödüllü ‘Onca Yoksulluk Varken’ adlı romanı yıllar önce tiyatroda sahnelenmişti. Aynı adla sahneye konulan oyunda perde dekorunda, 68 kuşağının pankartları vardı. Faşizme ve kapitalizme ve de Amerikan emperyalizmine karşı çıkanların sloganları: ‘Yaşasın halkların kardeşliği’, ‘Yankee Go Home’, ‘Kahrolsun Faşizm’

Oyun, olabilecek en kötü koşullarda yaşayan fakat bu olumsuzluklar içinde dahi, güzellik, iyilik ve dostluk arayan göçmenlerin dramını anlatılıyor. Yabancılıklarına, onca yoksulluklarına karşın korkuyla yaşayan insanların bir anlamda hayata meydan okuyuşları. Dramın, acının canımızı acıtmadan, gülümsemeler ile yaşamı eğlenceli hale getirmenin adıdır bu romandan uyarlanmış oyun.

Biz de onca yoksulluğumuza rağmen, kardeşliğimizi, bütünlüğümüzü korumalıyız. Ne olursa, iç ya da dış güçler. Biz dimdik durursak hiçbir güç bizi yıkamaz.

Bu böyle biline.

Son

‘Life is Beautiful’(Hayat Güzeldir) filminin ana teması ile sonlandırayım yazımı;

‘Tüm olumsuzluklara rağmen her zaman bir umut ışığı vardır”

Bayramınız Kutlu Olsun.