Denizli’de nereye giderseniz gidin, şehrin ürettiği ürünler, bölgeye özgü eşyalar orada satılıyor. Örneğin Denizli Öğretmenevi’nin girişinde Buldan bezi de Yatağan bıçağı da horoz bibloları da satılıyor. Serinhisar’da leblebi almak için durdunuz mesela, sadece envai çeşit kuruyemiş değil, tekstilinden, havlusundan, bölgede üretilen kuru fasulyeye, helvaya kadar her şeyi bulabiliyorsunuz. Mağazada biraz dolaşın, dinlenin diye demli bir çayı da uzatıyorlar hemen. Denizli insanı hem üretmeyi, hem de bunu satmayı, para kazanmayı biliyor.

COĞRAFYA KADER DEĞİLDİR
Yeni bir model değil bu. Anlaşılan o ki, Denizli havzası 2 bin yıl önce de böyle. Hierapolis, Laodikeia, Tripolis gibi o muhteşem kentler, zenginliklerini dokudukları beze, kumaşa borçlu. Tabii Menderes nehrinin yaydığı bereketli toprakları unutmayalım. Hem dokuma, hem tarım ürünleri büyük bir zenginlik kaynağı. Fakat antik çağlardan bu yana bölge insanı, bu ürünleri çevre kentlere, bölgelere, başka ülkelere, kısacası dünyaya satmış, para kazanmış. Bu da kuşaktan kuşağa aktarılan bir gelenek haline gelmiş. Tıpkı Kayseri gibi… Ticari zekasıyla becerisiyle bilinen Kayseri insanının kültürel köklerini Kültepe’ye, Kaniş Karum’a bağlamak fotoğrafı daha iyi anlamamızı sağlar. Sadece taşlar değil, gelenekler de aktarılır. Yani arkeoloji, tarih yaşar.

HER İLÇE AYRI BİR GEZEGEN
Denizli’deki bu organizasyonu, bölgenin bütününü vitrine çıkarma çabasını Antalya’da göremiyoruz. Belki Antalya reçelini ayrı yere koyabiliriz. Çünkü Antalya reçelleri her yerde karışımıza çıkabiliyor. Onun dışında ürünler yok. İbradı ayrı bir gezegen, Kaş bağımsız bir ülke, Finike kendi yağıyla kavruluyor, Serik zaten cumhuriyet. Hadi bunları geçtik; diyelim ki gittiniz Akseki’ye; hatıra olarak ne alacaksınız oradan? Neyi meşhur Akseki’nin? Bölge insanına sorun, öğrenin. Böyle olur mu? Bir hatıra almak için dedektif gibi çalışmamız mı gerekiyor?

KENDİNİ TANIMAYAN ŞEHİR
Antalya burnunun ucunu görmeyen insanlar kenti. Az açılın, biraz dışarı çıkın, kentin çeperinde dolaşın, birkaç köye uğrayın ne kadar zengin, bereketli bir coğrafyada yaşadığımızı görürsünüz. Haberimiz yok. Nasıl olacak ki? Bir envanter çıkarılması, Antalya’nın ürün varlığının kayıt altına alınması gerekiyor. Şimdiye kadar böyle bir şey yapılmamış. Döşemealtı’nın halısını, Finike’nin portakalını biliyoruz; o kadar. Fakat Antalya bu birkaç üründen ibaret değil. Ayrıca bizim bunları biliyor, bulabiliyor, ulaşabiliyor olmamızdan öte bir şey söylüyorum. Dünya bunları bilmiyor. Kente gelenler bunları görmüyor. Çünkü kentin böyle bir kataloğu yok. Kent kendisi habersiz.

ÜRETKEN İNSANLARA GÖREV
Bu kenti, şehrimizi anlatacak gerçek bir organizasyon kurmamız gerekiyor. Antalya’nın röntgenini çekecek, köşe bucak her yerini kayıt altına alacak, bunları derleyip toparlayıp bilgi haline getirecek bir kurum lazım bize. Bu kente gerçekten değer katmış, üretmiş, emek vermiş insanlardan oluşan bir oluşum mesela. Götürücü tayfasının değil, çalışkan insanların toplandığı bir çatı… İşte o zaman en ücra köyler bile turizm pastasından dilim alır, en azından tadına bakar. Tadına bakınca da elinin altındaki kültürel mirası, doğayı, çevreyi korur.