İngiltere, arkeolojik zenginlikleri kısıtlı bir ülke… Dünyanın her yerinden çaldıkları eserlerle kurdukları British Museum’u bir kenara koyarsak, Stonehenge denilen bir anıt var ellerinde. Yıllardır para basan bir anıt. Onun kadar ünlü olmayan Hadrian Duvarı da, sahip oldukları başka bir değer. Bunlara çeşitli höyükler, Roma çağından kalan koloni kentleri, mezolitik yerleşimler gibi arkeolojik alanlar eklenebilir. Fakat bunların hiçbiri, İngiltere’nin arkeolojik miras anlamında kıt bir ülke olduğu gerçeğini değiştirmez. Arkeoloji alanında dünyaya yayılmış, akademide, bilim dünyasında tarz, yol haline gelmiş bir şöhretleri vardır, egemendirler, fakat kendi toprakları bu konuda çok bereketli değil. Bu kısırlığa rağmen tarihten deli para kazanıyor. British Museum, Stonehenge gibi çok ziyaret edilen, iyi pazarlanan merkezler bir yana, müthiş bir tanıtım ve pazarlama politikasına sahip olan İngiltere, en küçük taşını bile satıyor. ‘Satıyor’ dediğim, tanıtıyor, pazarlıyor ve oraya ziyaretçi çekiyor. Tabii bunun için de öncelikle onu koruyor. Her türlü güvenlik ve ulaşım koşulunu sağlıyor, gözü gibi bakıyor.
Her tarihi eser bir ATM şubesi
Kişisel merakım nedeniyle megalit (dikilitaş) ve dolmen denilen tarihöncesi yapılarla ilgili bir internet turuna çıktım. İngiltere’nin arkeoloji, tarih ve turizm konusunda neler yaptığını o zaman daha iyi anlıyorsunuz. Bu megalit ya da dolmenlerin hepsi Stonehenge gibi anıtsal boyutta değil. Hatta anıtsal boyutta olanları tek tük… Büyük bir çoğunluğu 1-2 metre boyunda taşlar. İngiliz hükümeti Britanya, İskoçya, Galler, Kuzey İrlanda, İrlanda Cumhuriyeti ve Kanal Adaları’ndaki bütün megalitleri kayıt altına almış, literatüre işlemiş, daha da önemlisi var gücüyle koruyor. Bu megalit ve dolmenleri bütün dünyaya tanıtan siteler açılmış. En ünlüsü The Megalithic Portal. Siteye girince karşınıza bir harita çıkıyor. Haritada istediğiniz bölgeyi seçip, oradaki megalitleri, dolmenleri görebiliyorsunuz. Sadece bu kadar değil. Dünyanın neresinden nasıl ulaşacağınızı, nerede konaklayabileceğinizi, ne yiyebileceğinizi, bütün bunlar için tahmini ne kadar para harcayacağınızı anlatıyor size bu siteler. Yozgat’tan yola çıkıp Herefordshire’daki Arthur’un Taşı’nı elinizle koymuş gibi buluyorsunuz. Arthur’un Taşı, masa gibi, dört bacaklı bir taş mezar. Fakat müthiş bir ekonomi… O taşı banka şubesi, ATM haline getirmiş İngiltere, para çekiyor oradan. Tabii bunun için de öncelikle biliyor, koruyor, tanıyor, dünyaya anlatıyor.
Ey devlet, sen ne işe yarıyorsun?
İngiltere, 1 metre boyundaki taşlara hikayeler yazıp dünyaya pazarlarken biz ne yapıyoruz? Troya, Efes, Bergama, Afrodisyas, Milet, Patara, Perge gibi, dünya tarihinin viraj noktası kentlere sahibiz. Adını bile bilmediğimiz binlerce yerleşim, antik kent, höyük var ülkemizde. Paleolitik mağaralar, tümülüsler, kaleler, kuleler, limanlar, anıt mezarlar, tapınaklar, tiyatrolar, agoralar, kiliseler, şapeller, kült alanları, kaya mezarları, lahitler, duvar resimleri, say say bitmez. Daha kayda geçmemiş binlerce eser, kent, yapı var. Devlet bile yerini yurdunu bilmiyor kültürel varlığımızın. Bunu bir de şöyle tekrarlayalım: İngiltere hükümeti, topraklarındaki en küçük taşı bile bilirken, kayıt altına alırken, bizim devlet ülkesini tanımıyor. İşin Türkçesi budur yani. Resmi Gazete sürekli yeni sit alanlarını, tescil bilgilerini yayınlıyor. Binlerce yıldır üstünde oturduğumuz topraklarda hala yeni eserler buluyoruz güya. Ey devlet, sen bunca yıldır, hatta yüzyıllardır ne yaptın diye sormazlar mı adama? Sorarlar da, yanıt veren çıkmaz.
Bu toprakların değerini bilmek
Göbeklitepe’nin bulunmasıyla birlikte topraklarımızdaki yerleşim tarihi yaklaşık 12 bin yıl önceye kadar gitti. Daha da geriye gidecektir. Keşfettiğimiz, ortaya çıkardığım her yapı, eser, yerleşim bu topraklarda yaşamış insanların, toplumların, kültürlerin toprak altındaki birikimi, tasarrufu, mirasıdır. Bu eserlere, yapılara, kentlere sahip çıksak, korusak, bütün ülke geçinir. Üstünde yaşadığımız tarih, bize emanet kentler, tarihi eserler, yapılar bizim petrolümüz. Fakat kıymetini bilmiyoruz. Kıymetini bilmediğimiz sürece de Anadolu’da hala geçici, hala göçer gibi duruyoruz. ‘Vatan’, nutukla vatan olmaz. Havasına, suyuna, ağacına, yeraltına, yerüstüne, denizine, gölüne, kıyısına, ovasına sahip çıkarak vatan olur. Yetmez. Bu topraklarda yaşanmış on binlerce yıllık tarih de senin tarihindir. O eserleri hala ‘gavur malı’, ‘gavur dağı’, ‘gavur ini’, ‘gavur kalesi’ deyip parçalatıyorsan, yağmalatıyorsan, soyduruyorsan, sen devlet filan değilsin. Dağdan düze inememiş, çadırdan binaya geçememişsin demek ki…