Bakan Süleyman Soylu’nun iki yıl önce ettiği kelam AKP hükümetinin mottosu gibidir: “Siz yıkın, mahkeme kararı arkadan gelsin”. Önce yıkım, sonra hukuk; önce rant, sonra hukuk; önce engel, sonra hukuk; önce yağma, sonra hukuk; önce dayak, sonra hukuk… “Önce asalım, sonra yargılayalım” ya da “önce öldür, sonra dinle” gibi bir şey… Hukukun yerini hukuksuzluğun aldığı, hukuka rağmen her şeyin yapılabileceği bir devlet anlayışı… Bunun bir örneğini Finike’de yaşıyoruz. Portakalıyla ünlü, tarihi ve doğal zenginlikleriyle tanınan ilçenin en güzel yerine, kent ormanı diye ayrılmış 90 dönümlük bir araziye 60 civarında villa, okçuluk ve güreşçilik eğitim merkezleri, binicilik lisesi yapılmak isteniyor. Söylendiğine göre projenin arkasında Bilal Erdoğan’ın Okçuluk Vakfı var. Antalya Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu, 1. derece arkeolojik sit bölgesi olan alanının statüsünü, Finike Belediyesi’nin itirazlarına rağmen 3. dereceye düşürdü. Finike ayakta… Yürütmenin durdurulması ve projenin iptali için Antalya 2. İdare Mahkemesi’ne dava açıldı. Normal şartlarda mahkeme kararının beklenmesi gerekir. Fakat dinleyen kim! Soylu’nun özetlediği gibi; “Siz yıkın, mahkeme kararı arkadan gelsin”.

Phaselis’te yağma keyfi

Antalya Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu, ‘koruma’ kavramını, ‘korumama’ anlamına gelecek şekilde anlıyor son zamanlarda. ‘Koruma’ sözcüğünü, ‘yapma, etme, dokunma’ şeklinde telaffuz ederseniz, Koruma Kurulu’nun son dönem kararlarını daha iyi anlayabilirsiniz. Phaselis antik kentindeki iki koyu yapılaşmaya açan kararlarının daha mürekkebi kurumadan, Finike’de başka bir icraatla çıktılar karşımıza. Phaselis’teki koylar da hem milli park sınırları içinde, hem de arkeolojik sit alanı içindeydi, Finike’deki alan da birinci derece arkeolojik sit alanı. Evdeki hesap çarşıya uymadı, Phaselis projesine mahkeme ‘dur’ dedi. Yürütmeyi durduran mahkeme keşif ve bilirkişi incelemesi kararı verdi. Fakat bu karara rağmen Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy, Pazar günü Phaselis’e gidip açılış yaptı. Yani mahkeme kararına rağmen durmadılar. Güya açılış değil, inceleme gezisiydi, ama inşaatlar da sürüyor. Çevrecilerin mahkeme kararını sorması üzerine ise Bakan Ersoy, “Bence keyfini çıkarın” dedi. Soylu’nun sözünü bu konuya uyarlarsak; “Keyfini çıkarın, mahkeme kararı arkadan gelsin”.

Önce büfe, sonra restoran

Sermaye ve sermayenin iktidarı açısından doğa yalın haliyle bir anlam içermiyor. Üstünde şezlong kiralayamıyorsak, çay-meşrubat satamıyor, halkı muza bindiremiyorsak ne işe yarar ki doğa? Bu cennet köşeler, yeşil alanlar, ormanlar, sahiller, dağlar, ovalar otel kurmak, taş ocağı açmak, otoyollar döşemek için vardır. Ünlü cümleyi hatırlayalım; “kapitalizm, gölgesini satamadığı ağacı keser”. Siz kesin, mahkeme kararı arkadan gelsin. Mahkeme kararı takoz koyuyorsa, dinleme, takma o kararı, bildiğini oku. Sonra ne olsun? Bir metrekarelik büfe seneye on metrekareye, iki sene sonra da balık restorana dönüşsün. Plaj önce halka açık, seneye yarı açık, iki sene sonra paralı hale gelsin. Öyle ya, para ödeyenler kıyıda köşede don-gömlek, baldırı çıplak denize girenleri mi görsün? Adam parayı ödemiş, şezlonga yayılmış, iki de bira içmiş, nasıl dönsün evine şimdi? Yolda kaza yapar. Hemen sokarız basını da devreye, yaratırız kamuoyunu, “trafik kazaları oluyor, insanlar evine dönerken ölüyor” diye ayağa kaldırırız milleti, küçük bir otel çakarız oraya. Otel yetmez olur, büyütürüz. İktidarın mottosunu tekrarlayalım; “Sen yap oteli, mahkeme kararı arkadan gelsin”.

Sandık çevresi, çevre sandığı

14 Mayıs’a az kaldı. Halk bir karar verecek. Ya hukuksuzluğun hukuku devam edecek, ya da ‘önce hukuk, sonra icraat’ diyecek. Ayarı bozulan adliye hak-hukuk çizgisine kavuşacak, doğamız, çevremiz, denizlerimiz, havamız, suyumuz, ekmeğimiz üzerindeki talan düzeni bitecek, özgürlükler önündeki engeller kalkacak, düşüneceğiz, konuşacağız, eğleneceğiz, yaşayacağız. Ya da? Ya da daha da koyulaşacak karanlık, talan daha da derinleşecek, iyice içimize kapanıp hayattan, insandan, birbirimizden umudu keseceğiz. Evimizdeki ekmeğe kadar uzanmıştı elleri, artık yere dökülen kırıntıları bile iç edecekler.  Bu ihtimal karşısında enseyi karartmanın alemi yok. İnsandan, halktan, hayattan umut kesilmez. Portakalın, buğdayın, havanın, suyun, ekmeğin, ağacın, dalın, yaprağın, çocukların, annelerin, kadınların, yoksulların, yoksunların, yoklukların ahı bir mühür olup o pusulaya çakacaktır kararını. Boş verin Soylu’yu; “Sen ver oyunu, özgürlük, adalet, demokrasi, hukuk gelsin.”