Sivas’ın hikayesi, Neolitik Dönem’e kadar uzanıyor. İlk insanların, daha taş devrinde ellerinde ilk aletlerle bu topraklara adım attığı zamanlardan kalma izler, toprağın derinliklerinde gizlenmişti. Sivas’ın toprağı, bu eski halkların çömlek parçaları, ev kalıntıları ve kent kalıntılarıyla doluydu. Maltepe Höyüğü’nün kazılarında açığa çıkan sırlar, M.Ö. 2600’lerden M.Ö. 2000’lere kadar Sivas’ın kesintisiz bir yaşam sürdüğünü fısıldıyor. Ancak tarih, sadece eski taşların ve toprakların sakladığı sırlarla sınırlı değil. Yazılı tarihin ortaya çıktığı zamanlarda, Sivas’ın kökenleri hâlâ gizemini koruyor. Bu bölgenin ne zaman kurulduğu, kimler tarafından yerleşildiği gibi sorular, tarihçiler için esrarengiz bir muamma olarak kaldı. Sivas, ilk yerleşimcileri hakkında kesin bilgiler olmadan, eski zamanlardan beri bir yerleşim yeri olarak biliniyor.
Yüzyıllar boyunca, Sivas’ın etrafında dönen olaylar, şehir için bir çeşit kader belirleyici oldu. Kapadokya’nın derinliklerinde, bu şehir adeta bir tarih kitabının sayfalarına yerleşmişti. M.Ö. 2000 yıllarına kadar uzanan geçmişinde, bölge birçok egemenliğe ev sahipliği yaptı. Etiler döneminde, Sivas ve çevresi pek çok savaşın izlerini taşıdı. Bir zamanlar Asur hükümdarı Sargon’un Anadolu’ya yaptığı akın, Sivas’ın da bu büyük savaşlardan etkilendiğini ortaya koymuştu. İskitler ve Medler, Kafkasya’dan Anadolu’ya akın düzenlediğinde, Sivas bu akınların etkisinde kaldı, kısa süreliğine Medler’in ardından Persler’in egemenliğine girdi.
Sonra, Büyük İskender’in parlayan yıldızı gökyüzüne yükseldi. M.Ö. 334 ve 332’de Anadolu’ya yaptığı akınlar sırasında, Sivas’ın Pers egemenliğindeki yönetimine son verdi ama İskender’in ardından, Sivas’ın kaderi bir kez daha değişti. Makedonya’nın karanlık günleri, Sivas’ın da karanlık günlerini getirdi. Makedonyalı subay Sabistes’in şehirdeki yönetimi, halkın isyanıyla son buldu ve Persler’in egemenliği geri geldi. Roma dönemine girildiğinde, M.S. 17’de Roma İmparatorluğu Sivas’ı ele geçirdi ve bu şehir ‘Eyalet-i Rum’ olarak adlandırıldı. Sivas, Roma İmparatorluğu’nun egemenliğinde uzun bir süre varlık gösterdi, ardından Bizans dönemine katıldı fakat bu huzurlu dönem, 1071’den sonra sona erdi.
Türklerin Anadolu’ya adım atmasıyla birlikte, Sivas’ın tarihinde yeni bir sayfa açıldı. İlk olarak Selçuklu döneminde, ardından Danişmentli Beyliği döneminde, şehir kısa süreliğine çeşitli yönetimlerin elinde bulundu. 1175’te Selçuklu egemenliğine kesin olarak geçen Sivas, Moğolların 1243’teki Kösedağ Savaşı’nda Selçuklu Sultanını mağlup edip şehri işgal etmeleriyle yeni bir döneme girdi. İlhanlılar dönemi ise Eretna Beyliği’nin kurulması ve ardından Kadı Burhaneddin’in yönetimiyle devam etti. Kadı Burhaneddin, Memlükler ve Osmanlıların desteğini ararken Akkoyunlular’a karşı zafer kazanmış ancak Timur’un tehdidi altında Osmanlı’ya teslim olmuştu. 1400 yılında Timur, Sivas’ı uzun bir kuşatmanın ardından alarak şehri yakıp yıktı ancak Osmanlılar, 1408’de Sivas’ı tekrar fethetti ve şehir, Osmanlı topraklarına dahil oldu. Osmanlı döneminde, Sivas bir eyalet merkezi haline geldi ve çevresindeki illerle birlikte güçlü bir yönetim bölgesi oldu. Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesi’nde bahsettiği gibi Sivas zamanın en önemli eyaletlerinden biri olarak parlıyordu.
Sivas, Millî Mücadele'nin önemli dönemeçlerinden biriydi. Mustafa Kemal Paşa, 27 Haziran 1919’da Samsun'dan başlayarak Erzurum Kongresi’ni düzenledikten sonra 4 Eylül 1919'da Sivas’ta Sivas Kongresi'ni topladı. Bu kongre, Kurtuluş Savaşı’nın stratejilerini belirledi ve ulusal mücadelenin merkezlerinden biri haline geldi. Manda ve himayenin kesin olarak reddedildiği kongre Milli Mücadele’nin ateşini yaktı. Mustafa Kemal Paşa, 18 Aralık 1919'da Sivas’tan ayrılarak Ankara’ya yöneldi ve bu, mücadelenin yeni aşamalarının başlangıcını işaret etti. Sivas, bu süreçte ulusal mücadelenin kalbi oldu.
PEKİ, SİVAS İSMİ NEREDEN GELİYOR?
Sivas’ın adı, tarihin derinliklerinde gizli bir öyküyü fısıldıyor. Zaman içinde farklı uygarlıkların egemenliği altına giren Sivas’ta, egemenliği elinde bulunduranlardan her biri kendi izini bıraktı ve adını değiştirdi. Şehrin eski adları arasında Sebaste, Sipas, Megalopolis, Kabira, Diaspolis (Tanrı Şehri), Talaurs, Danişment İli, Eyalet-i Rum ve Eyalet-i Sivas bulunuyor.
Sivas adının kökeni konusunda iki ilginç efsane var. İlk efsane, Roma İmparatorluğu’nun izlerini taşıyor. Romalılar, Pontus Krallığı’nı fethettiklerinde, şehir hala Pont Kralı Polemon’un eşi Pitodoris’in yönetimindeydi. Pitodoris, Roma İmparatoru Augustus’a olan derin sevgisini ve sadakatini göstermek istemişti. Bu nedenle şehre Yunancada 'Augustus Şehri' anlamına gelen 'Sebaste' adını verdi. Bu ad, zamanla halk arasında 'Sivas'a dönüştü ve şehir bu yeni adla anılmaya başlandı.
Diğer bir efsane ise şehrin doğal güzelliklerinden doğuyor. Eski zamanlarda, Sivas’ın merkezinde büyük çınar ağaçlarının altında, üç özel su gözesinin bulunduğu bir bölge vardı. Bu gözelerden dolayı şehre ‘Sipas’ adı verildi. Bu gözeler, 'Allah’a Şükür', 'ana ve babaya saygı', ve 'küçüklere sevgi'yi temsil ediyordu ama zamanla bu gözeler kurudu ve suyu kalmadı. İnsanlar, gözelerin kurumasıyla birlikte 'üç göze' anlamına gelen 'Sipas' adını unuttu. Bu ad, zaman içinde değişerek 'Sivas' olarak günümüze kadar ulaştı.