Türkiye’de ne yazık ki ne bilimsel bakıştan ne de toplumsal sorunlara kalıcı çözüm arayışından yeterince söz ediliyor. Sosyal bilimlerin sesi kısıldıkça, toplumu anlamaya çalışan meslekler görmezden geliniyor. Bu görmezden gelinen mesleklerin başında ise sosyologlar geliyor. Son örneğini, YÖK’ün 28 Mayıs 2025 tarihli görüşünde bir kez daha yaşadık.
657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun 36/A-4 maddesi kapsamında, teknik bilimler lisansiyeri kabul edilen personel 1 derece alabiliyor. YÖK, kütüphaneci, arşivci ve kitap patoloğu gibi ünvanları teknik bilimler lisansiyeri sayarken; sosyolog ve folklor araştırmacısı bu kapsama alınmadı. Bu karar, mesleki kimliğimiz açısından yeni bir kırılma yaratmış durumda.
Kararın anlamı açıktır: Sosyologlar, yaptıkları işin niteliği ne olursa olsun, “teknik” olarak görülmediği için 1 derece hakkından mahrum bırakılmıştır. Oysa sahada sosyologların yaptığı iş yalnızca teorik bilgi üretmekten ibaret değildir. Bizler, aile sorunlarından göç hareketlerine, yoksulluktan toplumsal cinsiyet eşitsizliğine, gençlikten yaşlılığa kadar hayatın her alanında çalışıyoruz. Kamu kurumlarında sosyal hizmet süreçlerini yürütüyor, belediyelerde toplumsal projeler üretiyor, okullarda eğitim politikalarının insani yönünü göz önüne seriyor, sağlık kurumlarında toplumsal boyutu görünür kılıyoruz. Araştırma yöntemleri, istatistiksel analizler, sosyal politika geliştirme ve saha çalışmaları… Tüm bunlar ciddi bir teknik bilgi ve uzmanlık gerektirir.
Bugün toplumun yoksulluk, göç, toplumsal cinsiyet eşitsizliği, şiddet ve genç işsizliği gibi temel sorunlarını anlamak ve çözüm üretmek için sosyologların bilgisinden yararlanıyoruz. Ancak kamu kurumlarında bu uzmanlık, ne yazık ki özlük haklarına yansımıyor. Mesleki haklarımız sürekli tartışmaya açılıyor, daha önce kazanılmış dereceler geri alınıyor ve emeğimiz teknik sınıfta tanınmak yerine değersizleştiriliyor. Bu yalnızca bürokratik bir ayrıntı değil; aynı zamanda sosyologların toplumsal katkısının küçümsenmesi anlamına geliyor.
Bugün en kritik sorulardan biri de şudur: Daha önce verilmiş bir hakla ilgili neden bir görüş bildiriliyor? Sosyologların emeği neden kalıcı ve güvence altına alınmıyor? Bu durum, mesleki kimliğimizi her an tartışmaya açılabilir hâle getiriyor. Oysa bir mesleğin toplumsal rolü ve değeri, geçici yorumlara değil, bilimsel ve kurumsal ölçütlere dayanmalıdır.
Sosyoloji olmadan toplumun sorunlarını bütüncül biçimde kavramak mümkün değildir. Sosyologlar olmadan sosyal politikanın insana dokunan boyutu eksik kalır. Bizler yalnızca akademik bilgi üretmiyoruz; sahada, insanların hayatına doğrudan temas eden bir mesleği icra ediyoruz.
Bu karar, yalnızca bir derece meselesi değildir. Sosyal bilimlere bakışın, sosyologların görünmezliğinin ve emeğin değersizleştirilmesinin göstergesidir. Bugün soruyoruz; Neden sosyologların emeği sürekli geri plana itiliyor? Neden yıllarca verilmiş haklarımız bir anda elimizden alınıyor? Neden bu meslek, topluma katkısı böylesine açıkken görmezden geliniyor?
Bizler, haklarımızın tartışmaya açılmasını istemiyoruz; emeğimizin tanınmasını ve saygı görmesini talep ediyoruz. Sosyologların mesleki kimliğinin korunması yalnızca meslektaşlarımız açısından değil, toplumun geleceği açısından da zorunludur. Toplumsal sorunlara kalıcı çözüm, ancak sosyolojinin rehberliğiyle mümkündür.
Bizler, toplumun aynasıyız; insanların sesi, sahadaki gözüyüz. Ancak ne yazık ki sürekli görmezden geliniyoruz. Sosyologların emeğini değersizleştiren bu tür kararların bir an önce gözden geçirilmesi gerekiyor. Çünkü biz sosyologlar olmadan toplumsal sorunların çözümüne dair hiçbir adım atılamaz.