Anne olmak doğurmakla sınırlı değil. Kan bağıyla tanımlanmaz, fedakârlık romantize edilerek yüceltilmez. Anne olmak, bazen bir dostlukta, bazen bir öğretmenlikte, bazen bir hayvanla kurulan bağda, bazen de kendini iyileştirme çabasında şekillenir.
Annelik dediğimiz şey koşulsuzca sevebilme kapasitesidir, sorumluluk almaktır, büyütmektir, yaşatmak için çabalamaktır. Ama bunu yaparken kendi varlığından vazgeçmek değil; tam tersine kendi varlığını güçlendirmektir. Özveri adı altında kadının kendini tüketmesini yücelten anlayışa değil, varoluşunu anlamlı kılarken başkalarına da alan açan bir annelik fikrine ihtiyacımız var.
Günümüzde annelik, kadınlar için çoğu zaman bir kimlikten çok bir sınava dönüşmüş durumda. Bugün kadınlar, tarih boyunca mücadele ederek kazandıkları özgürlük alanlarını, yeniden kaybetme tehdidiyle karşı karşıya. Kadınlardan hem üretken hem bakımlı hem duygusal hem sabırlı olmaları hem çocuklarına adanmaları hem de mesleklerini ihmal etmemeleri bekleniyor. Modern toplum bir yandan kadının çalışmasını destekliyor gibi görünürken, diğer yandan anneliğin “doğallığı” üzerinden ona evin yolunu tekrar tekrar gösteriyor. Doğum şekli, emzirme süresi, kullandığı bezin markası bile bir ölçüye dönüşüyor. Kadınlar anneliği yerine getirmekle kalmıyor, sürekli olarak "yeterince iyi" olup olmadıklarını da ispat etmek zorunda kalıyor. Bu yalnızca fiziksel yorgunluk değil, derin bir suçluluk ve yetememe duygusu yaratıyor. Sistem kadına adeta şunu söylüyor: “Ya çocuk odaklı yaşa ya da çocuk yapmaktan tamamen vazgeç.” Oysa ne hayat bu kadar ikili ne de kadınlar bu kadar tek boyutlu.
Annelik bir tercih olmaktan çıkıp bir görev tanımına dönüştüğünde, kadının yaşam hakkı da sınırlanmaya başlıyor. Oysa her kadının hayatı kendi anlamını kendisi yaratır. Kimisi doğurur, kimisi büyütür, kimisi yanında durur, kimisi iz bırakır. Annelik sabit bir kimlik değil, bazen geçici, bazen kalıcı bir rol olabilir. Ve hiçbir kadın, bu rolü üstlenip üstlenmemesine göre eksik ya da tam değildir.
Anneliği kutsallaştırıp kadını sadece “anneliğiyle değerli” gören bakış açısına da çocuğu olmayan bir kadını “eksik” sayan zihniyete de çocuğu olmayan bir çifti aile saymayan anlayışa da itirazım var. Kadın olmak, doğurmak zorunda olmak değildir. Aile sevgiyle, emekle, sorumlulukla kurulan bir bağdır. Kimi zaman bir hayvanla, bir dostla, bir mahalleyle bile aile olunur.
Toplum, çoğu zaman çocuk sahibi olmayı yaşamın doğal bir evresi, hatta kadınlık ve insanlıkla ilgili tamamlanma anı olarak görüyor. Oysa çocuk yapmama kararı da en az çocuk yapma kararı kadar geçerli, saygıyı hak eden bir tercihtir. Bu tercihi yapan insanlar eksik, bencil ya da sevgisiz değildir. Aksine birçok çocuksuz birey ve aile, çocuklara dair sorumluluğu çok daha bilinçli biçimde ele alır; onların yaşamına değer katan ilişkiler kurar. Çocukla kurulan bağ, ebeveynlik kalıbıyla sınırlı değildir.
Ebeveynlik herkes için tatmin edici bir hayatın anahtarı değildir. Ve bu ne bir eksikliktir ne de bir kusur. Toplumun, bireyin yaşamını şekillendirme hakkını “evlilik, doğum, annelik” gibi kalıplara indirgemesi artık sorgulanmak zorundadır. İnsanların, içsel tatminlerini, katkılarını, sevgilerini ve bağlarını başka biçimlerde ortaya koyabilecekleri; üretmenin, sevmenin ve ait olmanın birden fazla yolu olduğu kabul edilmelidir. Kadınların hayatlarını sadece doğurganlık üzerinden tanımlamak, onların potansiyelini sınırlayan toplumsal ön yargılardan biridir.
Anneliğin yalnızca biyolojik bağla sınırlandığı, “kadın zaten annedir” denilerek toplumsal rollerin dayatıldığı her anlayış, kadını kendi seçimlerinden uzaklaştıran bir baskı aracına dönüşüyor. Bir kadının iyi anne olması için kariyerinden, sosyal hayatından, bedensel özerkliğinden, hatta zaman zaman ruh sağlığından feragat etmesi gerektiği fikri, modern bir kölelik düzenidir.
O yüzden bugün bir Anneler Günü mesajı yazarken, yalnızca doğurmuş kadınları değil; bir çocuğu olmadan nice çocuğun hayatına dokunanları, hayvanlara annelik edenleri, kendi kendisinin annesi olmayı başaranları, çocuk büyütmemiş olsa da bir toplumun vicdanını besleyenleri, kardeşinin, öğrencisinin, arkadaşının, mahallesinin “annesi gibi” olanları ve annelik deneyimini seçmemiş ama hayatı tüm canlılara karşı sorumluluk duygusuyla yaşayan kadınları da anmak istiyorum.
Bugün hem kendi annemi hem de annelik duygusunu yüreğinde taşıyan tüm kadınları sevgiyle anıyor, saygıyla selamlıyorum. Kadınları anneliğe indirgemeyen, her kadının kendi seçimleriyle değerli olduğu, toplumsal rollerin eşit ve adil biçimde yeniden tanımlandığı bir dünya hayal ediyorum. Ve anneliği kalbiyle yaşayan, hayatını başka bir cana adayan tüm kadınlara gücü, sabrı, sevgisi için teşekkür ediyorum.
Anneler Günü'nüz kutlu olsun.