Antalya biraz da Burdur demektir. Arka bahçemizdir, kardeşimizdir, eşimiz, dostumuzdur. Hatta Çubukbeli’ni aşıp geçen yolun peşine düşersek yoldaşımızdır. Zengin bir tarih, eşsiz bir doğası vardır Burdur’un. Son yıllarda Salda gölüyle hep gündem oluyor; fakat 3 büyük antik kentin de yurdudur: Sagalassos, Kremna ve Kibyra... Tabii bunlarla sınırlı değil barındırdığı kentler, antik yerleşimler. Hacılar Höyük örneğin, Anadolu tarihinin önemli kavşaklarından biridir. Susuz ve İncir gibi hanlar, hem ticaretin, hem kültürün, hem uygarlığın önemli durakları. Burdur Gölhisar’daki Kibyra antik kentini, “Cesur insanların ve hızlı atların şehri” diye yazmıştım daha önce. Medusa’nın gözlerini, yeni akmaya başlayan yuvarlak çeşmesini anlattım. Bugün son yıllarda ortaya çıkarılan kilisesini dolaşacağız birlikte. Kibyra, 4 kilise barındırıyor. Birinci kilise, Tiyatro Tepesi’nde Değirmendere yakınlarındaki Dor stili bir tapınaktan çevrilmiş. İkinci kilise, tiyatro caveasının üstündeki Apollon Tapınağı’ndan dönüştürme. Agoranın 3. terasında yer alan üçüncü kilisenin ise plan detayları henüz net olarak görülemiyor. Dördüncü kilise ise, kentin kamu yapılarının yer aldığı merkez tepede, stadionun batısındaki terasta konumlanıyor.

Kibyra’nın üç yapraklı yoncası

Daha önce kent bazilikası olarak adlandırılan yapının, 2019 kazılarından sonra trikonkhos (üç yapraklı yonca) planlı bazilikal bir kilise olduğu ortaya çıktı. Kilisenin batısında narteks, sahanlık, atrium, kuzey ve güneyinde ise hem kiliseye, hem de birbirine bitişik, farklı dönemlerde eklenmiş bazı mekanlar bulunuyor. Yapılan kazılarda güneydeki mekanların, mezar odaları olarak yapıya eklendiği tespit edildi. Bazilikaya giriş, batı ucundaki kare planlı avludan başlıyor. Giriş sahanlığının geometrik motifli mozaiklerle kaplı zemininde 3 adet mezar açığa çıkartıldı. Dikdörtgen planlı ve içte bölüntüsü olmayan narteksin mozaik kaplı zemininde de 6 adet mezar yer alıyor. Kilisenin doğu bölümü trikonkhos planlıdır. Üç yapraklı yonca oluşturan üç eksedra dıştan düz duvarlarla sınırlanmıştır. Eksedralar ve beden duvarları arasındaki köşelerde pastophorion hücreleri yer alır. Kap ve giysiler gibi seremoni eşyalarının saklandığı diakonikon ile kutsal şarap ve ekmeğin korunduğu prothesis isimli odanın ikisine birlikte pastophorion denilir. Doğudaki ana apsisin önünde dikdörtgen planlı bema oluşturulmuştur ve içinde dört basamaklı syntranon görülür.

Kimliği belirsiz bir aziz için şapel

Güneydoğuda pastophorion hücresinin hemen yanına, kiliseye bitişik inşa edilen ilk odanın bir ‘baldaken’ olduğu anlaşılıyor. Diğerlerine nazaran daha özenli tasarlanan bu odanın doğu duvarındaki röliker de mekanı farklı kılan bir diğer unsur. Dikdörtgen planlı rölikerin ortasında, devşirme bir künk bulunuyor. Yuvarlak mermer bir plaka ile kapatılan rölikerin içinde ise, üstünde haç ve floral betimlerin olduğu gümüş bir rölik kutusu bulundu. Ünlü aziz ve şehitlerden kalan giysi parçaları, eşyalar ve çoğunlukla kemiklerin saklandığı kutuya ‘röliker’ dendiğini hatırlatalım ki, odanın özelliği daha iyi anlaşılsın. Gümüş rölik kutusu ve odanın mimari tasarımı buradaki gömülü kişinin kentin önde gelen din adamlarından biri olabileceğini akıllara getiriyor. Belki de bu oda, röliker şapeli olarak inşa edilen ilk mezar odasıdır.

Pagan dönemden devşirilen bina

Etrafında yer alan çok sayıdaki mezar odası bu kiliseyi kent merkezindeki diğer kiliselerden farklı kılıyor. Pişmiş topraktan yapılan tekne tipi mezarlar ilginç mesela. Bazilikal planlı bu kilisenin pagan döneme ait bir yapıdan dönüştürüldüğü düşünülüyor. Yapının hem tam olarak doğu-batı doğrultulu olmaması, hem de MS 1.-3. yüzyıllar aralığına tarihlendirilen mimari elemanları nedeniyle, MS 23 depremi sonrasında inşa edildiğini gösteriyor. Muhtemelen Geç Antik Çağ’da da kiliseye çevrildi. Kazılarda ortaya çıkan buluntular, 4. yüzyılda kurulan kilisenin 6. yüzyıla kadar devam ettiğini gösteriyor. Sonrası karanlık... Arkeoloji şimdilik bu kadarını aydınlattı, ileride daha da artabilir öğrendiklerimiz.