Bazı şeyler sessizce yok olur. Ne bir alarm çalar, ne de haber bültenlerinde yer bulur. Bir kuş türü artık ötmez, bir çiçek bir daha hiç açmaz, bir böcek toprağı havalandırmaz… Ve biz, her şeye kör sağır, hiçbir şeyin farkına varmadan devam ederiz; sanki dünya sadece bizim için varmış gibi.
Dün, 10 Haziran Dünya Biyolojik Çeşitlilik Günü'ydü. Kulağa biraz teknik, biraz da uzak geliyor belki. Oysa burnumuza gelen bir çiçek kokusunda, balkonumuza konan bir serçede, marketten aldığımız bir domateste gizli. Çünkü biyolojik çeşitlilik, hayatın sesidir, renkleridir, lezzetidir. Ve her gün biraz daha sessizleşiyor dünya. Hep bir şeyler yok oluyor; hem de biz fark etmeden. Ama yıllar önce yediğin domatesin tadı damağında; yakınmayı biliyorsun “nerede o eski domatesler” diye ya da sokaklarda gezerken özlediğin o çiçek kokularına özlem duyuyorsun. Tat ve koku hafızan seni uyarmaya çalışıyor ama nafile.
Doğa bir dengedir. Ve bu denge, binlerce yıldır milyonlarca türün uyumuyla ayakta kalıyor. Her arının, her kurbağanın, her yosunun bu büyük orkestra içinde bir yeri var. Ama biz, bu orkestrayı susturuyoruz. Ormanları kesiyor, denizleri kirletiyor, tarımı tek tipleştiriyoruz. ‘Gelişim’ dediğimiz şey, çoğu zaman geride kalanı unutmak pahasına oluyor. Doğanın notalarını eksiltiyoruz bir bir.
İklim kriziyle mücadele ederken çoğu zaman sadece karbon salınımını konuşuyoruz. Oysa çeşitliliğini yitirmiş bir doğa, ne kadar az karbon üretirse üretsin, hayata alan açamaz. Çünkü doğa sadece sayılarla ölçümlerle değil; çeşitlilikle dengeyle uyumla yaşar. Sadece ağaç dikmekle değil; toprağın altındaki solucanı, dalın üzerindeki tırtılı da gözetmekle mümkündür sürdürülebilirlik.
İnsan, kendi neslinin de tükenme tehlikesiyle karşı karşıya kalabileceğini düşünmüyor çoğu zaman. Oysa bu sistemi yok ettikçe, sıranın kendisine geleceği çok açık. Biz hayatta kalabiliriz belki bir süre daha. Ama renkleri solmuş, sesleri kaybolmuş, tatları unutulmuş bir dünyada yaşamak neye yarar?
Belki büyük şeyleri hemen değiştiremeyiz. Ama küçük şeyler sessiz devrimler başlatır. Balkonunda biber yetiştiren biri, bir kelebek için bir dünya yaratır. Arılara dost bir çiçek diken biri, binlerce polen yolculuğuna ev sahipliği yapar. Plastik poşet yerine bez çanta kullanan biri, bir deniz kaplumbağasının hayatına dokunur. Ve belki de bir çocuğun doğayla ilk bağ kurduğu ana vesile olur.
Dün, bir tür daha sessizce yok olmasın diye düşünme günüydü. Herkesin “benim yaptığım ne fark eder ki” demekten vazgeçtiği bir gün olmalı bu. Çünkü fark eder. Her davranış bir iz bırakır. Ve bazen bir kuşun şarkısını duyabilmek için önce kendi sesimizi kısmamız gerekir.
Belki de bir sabah, artık hiç duymadığımız bir kuş sesi için uyanamayabiliriz. Ama bugün, o sesi hâlâ duyabilmek için bir şey yapma günü.