Son zamanlarda Antalya’nın gündeminde üst sıralarda yer alan bir mesele var: Antalya Arkeoloji Müzesi’nin yıkım kararı. 7 Temmuz’da kapatılacağı duyurulan müzenin, gelen tepkiler ve üst üste yapılan eylemler sayesinde şimdilik kapanması ertelenmiş gibi görünüyor. Ancak akıbeti hâlâ belirsiz. Ne olacak bu müzenin hali?
Bakın, Antalya Arkeoloji Müzesi sıradan bir müze değildir. İçinde sergilenen paha biçilemez eserleri bir kenara bırakın; bu bina, bizzat kendisi Antalya’nın simgelerinden biri haline gelmiştir. 1972 yılında kapılarını açtı, tam 53 yıldır bu şehirde yaşayanlara ve ziyaret edenlere tarih anlatıyor. Üstelik bu sadece bir müze değil; aynı zamanda ödüllü bir mimari proje. Konumu itibariyle de sahile açılan, nefes alınan o özel alanın ayrılmaz bir parçası.
Mart ayında müzenin yıkılacağı duyuruldu. Gerekçe olarak depreme dayanıksız olması ve artan depolama ihtiyacı gösterildi. Evet, güvenlik önemli. Evet, arkeolojik eserlerimiz giderek çoğalıyor ve yeni alanlara ihtiyaç duyuluyor. Ama çözüm gerçekten yıkmak mı?
Tarihi eserlerde hep gözlemlediğimiz bir şey vardır; medeniyetler katman katman birikir. Hiçbir uygarlık kendinden öncekinin tüm izini silip sıfırdan başlamaz. Var olanı dönüştürür, üzerine bir taş da kendisi koyar. Belki yapının işlevi değişir, belki şekli ama geçmişle bağ koparılmaz. Şehirlerin ruhu işte böyle korunur.
Meteoroloji Binası yıkıldı. Müze tehlike altında. Sırada Karayolları binası mı var? Hayır hayır kıyamet senaryoları kurmayacağım. Bu bölge ranta kurban gidemez, gitmemeli. İnsan en çok şuna üzülüyor: Bu kararlar alınırken neden bize sorulmuyor? "Ey Antalya halkı, bu sizin müzeniz, ne düşünüyorsunuz?" demek bu kadar mı zor? Belki hayalperest bir istek ama zaten şehirleri yaşanabilir kılan biraz da bu hayaller değil mi?
Benim için müze, sadece bir sergi alanı değil. “Dans eden kadın” yani halk arasında bilinen adıyla dansöz heykelini gördüğüm günü unutamam. O heykeli görmek için arkadaşlarımı müzeye sürüklediğim günleri... Herakles Lahdi yurtdışından döndüğünde müzeye nasıl akın ettiğimizi... Daha ne anılar var, ne anılar... Belki de bu anılar, bu hafıza, bu müzeyi gözümde Türkiye’nin en iyi müzesi yapıyor. Evet, eserler yeni binada sergilenmeye devam edecek ama yeni yerlerinde bize bambaşka görünecekler. Bu müzeyle kurduğumuz duygusal bağ zarar görecek. Bu sadece kişisel bir mesele değil; kent hafızası darbe alacak.
Elbette yeni bir müzeye ihtiyaç var. Bu topraklardan tarih fışkırıyor, hepimiz farkındayız. Yeni bir müze yapılsın, çağdaş ihtiyaçlara cevap versin, gerekirse bir mimari yarışmayla tasarlansın. Ama mevcut binayı da koruyalım. Onarıp güçlendirelim. Aynı yerinde hizmet vermeye devam etsin.
Çünkü bazı yapılar sadece duvarlardan ibaret değildir. Onlar, hatıralarımızdır. Kentin belleğidir. Ve bellek silinirse şehir sadece bir beton yığınına dönüşür.