Genel olarak birçoğumuz gündelik hayat akışında işlerimizi son ana bırakıyoruz.

Peki, son ana bıraktığımız aslında hayatımızsa…

İşte hayatımızı da bir o kadar son ana bırakıyoruz.

Sabah evden çıkarken bir öpücük kondurmuyoruz mesela sevdiklerimizin yanağına, ofiste yemek yapan ablaya tatlı bir tebessüm etmiyoruz, yolda gördüğümüz bir kedinin başını okşamıyoruz, durup derin bir nefesle koklamıyoruz çiçekleri.

Sevgiyi erteliyoruz, sevilmeyi erteliyoruz, gülmeyi, hissetmeyi erteliyoruz. Yaşamı erteliyoruz aslında.

İçimizden geldiği gibi davranmıyoruz, kendi benliğimizi bile saklıyoruz. İnsanlar ne der diye diye...

Aceleden yaşıyoruz. Öyle gelişigüzel ama çok da çirkin.

Hayatın hızında kayboluyoruz sonunda.

Tek amacımız yaşamak ve bu yaşamı öylesine bitirmek işte, maalesef.

Mutluluk, kıtlık yaşadığımız bir şey mi ya da sınırlı sayıda var olan bir olgu mu?

Tabii ki hayır. Mutluluğu tüketemeyiz, yok edemeyiz, hepimize yetecek kadar çok mutluluk var ve bu görebileceğimiz yerlerde saklı. Belki de saklı bile değil apaçık ortada ama biz inkâr ediyoruz ve inatla reddediyoruz mutluluğun varlığını. Hep daha fazlasını istiyoruz hayattan. Bize uzattığı küçük şeyleri mutluluktan saymıyoruz. Neden daha fazlasını vermedi diye yakınıyoruz.

Ya bir sabah uyandığımızda isteyip de yapmadığımız şeyler için hiç zamanımızın kalmadığının farkına varırsak ne olacak?

O çok merak ettiğimiz yeri görmeye gidecek kadar bile sağlığımız kalmamış olursa, birlikte vakit geçirmeyi istediğimiz, çok sevdiğimiz dostlarımız artık yanımızda yoksa ne olacak?

Mutluluklarımızı başka zamanlara mı erteleyeceğiz?

Tüm bunları düşünmesi bile yeterince korkunçken böyle bir yaşam mıdır hak edilen?

Hayatı ertelememekten söz edilince de hemen imkanlardan bahsedilip bunun altına sığınılır genelde. İmkânım olsa şöyle, imkânım olsa böyle…

Beklentiler üzer, her andan küçük tatlar alabilmek asıl mesele.

Sanki birileri bize sonsuza kadar yaşayacağımızın garantisini vermiş gibi, gülümsemekten yoksun, hayatı sevebilmekten de bir haberiz.

Kalbini kırdıklarımızın gönlünü almak hep ertelenebilecek bir şey bizler için mesela.

Ama hayır, yarın değil ‘bugün’ var olabilmeli hayatın içinde.

“Benim öğrettiğim şey basit: Hayatı erteleme. Yarını bekleme, asla gelmez. Bugün yaşa!” der Osho ve sonra ekler “Tek bir hayatı vardı, hepsi buydu. Erteleme bileti yoktu, kendini daha iyi hissettiğinde tekrarlanmayacaktı ömrü.”

Evet, hayatı erteliyoruz. Hem de tekrarı olmayacak bir hayatı...

Kapanışı Abraham Lincoln ’un bir sözüyle yapmak istiyorum ve yorumu size bırakıyorum.

“En sonunda önemli olan, hayatınızın içindeki yıllar değil, yıllarınızın içindeki hayattır”