Kendimizi gerçekleştirmenin uçsuz bucaksız yolu, yaşamın derin sularında yankılanan bir özlemle başlar. İçimizde yanan bu ışık, hayatın en gizemli ve etkileyici keşif yolculuğunun başlangıcıdır. Ancak bu yolculukta, kendimizi bir dizi beklenti, kural ve ölçü ile sıkıştırma eğilimimiz, gerçek potansiyelimizi anlama ve ortaya çıkarma çabalarımızı zorlaştırır. Toplumun gözünde iyi bir insan olmak, ailemizin ve arkadaşlarımızın beklentilerini karşılamak, kendi kendimize koymuş olduğumuz yüksek standartlar… Tüm bunlar, kendi gerçekliğimizi ifade etmek ve yaşamın akışına uyum sağlamak arasındaki ince dengeyi sarsabilir.
Kendimizi gerçekleştirmek, özgün benliğimizi keşfetmekle başlar. Her birimiz, bu dünyada benzersiz yeteneklere, derin tutkulara ve hayal gücüne sahibiz. İşte bu içsel zenginliği bulmak, sadece kendi iç sesimize kulak vermekle mümkün olur bana kalırsa. Ancak, kendimizi bu özgün yolda ifade etmeye çalışırken karşımıza çıkan engellerden biri başkalarının beklentileri ve normlarıdır. Toplumun gözünde mükemmel bir birey olmak, ailemizin mutluluğunu sağlamak ve başkalarını hayal kırıklığına uğratmamak gibi beklentiler, kendi gerçekliğimizi ifade etme cesaretini zayıflatır.
Kendi özgünlüğünü ifade etmeye çalışan kişiler olarak, başkalarını hayal kırıklığına uğratma korkusuyla savaşmak zorundayız. Bu yolculukta kendi hedeflerimizi, hayallerimizi ifade ederken bazen başkalarının beklentilerini ve normlarını reddetmemiz gerekebilir. Bu cesaret ve kararlılıkla hareket etmek, kendi hayatınızı yaşamanın ve başkalarının da aynı cesareti bulmasının ilham kaynağı olabilir.
Kendimizi gerçekleştirmek bazen başkalarını hayal kırıklığına uğratmayı gerektirir. Bu, kendi hayatımızı yaşama hakkımızdır. Ve sonunda bu yolculukta başkalarını hayal kırıklığına uğratma cesaretini gösterdiğimizde, kendi gerçekliğimizi bulduğumuzda Kierkegaard’ın sorusuna da verecek bir cevabımız olabilir. “Tanrı, benimle ne kast etmiş olabilir?”