Anlamadan umursayamayız, umursamadan harekete geçemeyiz, harekete geçmeden de değişim mümkün olmaz. Bu döngü bizi kolektif bir iyileşmeye taşır.
Anlamak, yüzeyde olanı görmekten çok daha fazlasıdır. Hayvanların yaşam haklarını, doğanın hassas dengesini, insanların sessiz çığlıklarını anlamak, bizi kayıtsızlıktan uyandırır. Bir şeyi gerçekten anladığımızda, ona sırtımızı dönemez, harekete geçmek için bir sebep buluruz.
Umursamak, eylemin kapısını açar. Doğayı koruma çabalarımız, toplumsal eşitsizliklere karşı mücadelemiz ya da mazlumların yanında olma isteğimiz, anlamaktan doğan bu umursama duygusunun eseridir. Ve ancak yardım eli uzattığımızda, dünyayı hepimiz için daha yaşanabilir bir yer haline getirebiliriz.
Hepimizin kurtuluşu birbirimize bağlıdır. Her şey, görmeyi ve anlamayı seçmekle başlar.
Anlamakla başlayan bu yolculuk, toplumsal duyarlılığın ve etik sorumluluğun temelini oluşturur. Ancak anlamak için önce yüzümüzü yaşananlara çevirmemiz gerekir. Bugün dünyada olup biten pek çok şey, gözümüzün önünde cereyan ediyor: İklim krizi, artan yoksulluk, göçle birlikte derinleşen eşitsizlikler, çocuk işçiliği, hayvanlara uygulanan şiddet, yaşlıların yalnızlığı, kadınların görünmez emeği... Tüm bunları görüp de hiçbir şey hissetmemek, hissedip de harekete geçmemek toplumsal çözülmeyi hızlandıran bir ihmalkârlıktır.
Toplum kurallarla, kurumlarla, insanlararası bağlarla ayakta kalır. Bu bağların kopması, bireyleri yalnızlaştırır; yalnızlık, duygudaşlığı ve ortak sorumluluğu zedeler. Sosyal bilimler, bize her şeyin birbiriyle bağlantılı olduğunu söyler. Yoksulluğu sadece ekonomik bir durum olarak göremeyiz. Barınma, eğitim, sağlık, güvenlik gibi temel haklara erişimle yakından ilişkilidir. Aynı şekilde çevre tahribatının sonuçlarının sadece ekolojik olduğunu söyleyemeyiz. Çünkü sosyo-ekonomik sonuçlar da doğurur.
Başkasının acısını kendi gündemimiz haline getirmek, adalet arayışımızla ilgilidir. Toplumun bir kesimi ezilirken sessiz kalmak, statükoyu onaylamaktır. Oysa her adaletsizlik, başka bir adaletsizliğin zeminini hazırlar. Bir çocuğun açlığı, bir yaşlının dışlanmışlığı, bir kadının şiddetle baş başa bırakılması hepimizin ortak utancıdır.
Adalet günlük hayatın her alanında varlığını göstermelidir. Her birey haklara sahip olduğu kadar, o haklara fiilen ulaşabiliyor olmakla güvende hisseder. Eşitliğin olduğu yerde güven oluşur, güvenin olduğu yerde toplumsal barış gelişir.
Anlamaktan kaçarsak, umursamaktan da uzaklaşırız. Umursamazsak, toplumsal çözülme kaçınılmaz hale gelir. Oysa biz çözülme yerine dayanışmayı büyütmeliyiz. Çünkü hiçbir birey tek başına tam değildir. Her hayat, başka bir hayatla tamamlanır. Kolektif iyileşme, yüzümüzü birbirimize dönmekle dayanışma ilişkilerini güçlendirmekle adaleti her alanda savunmakla başlar.
Bugün elimizi uzatmadığımız her can, yarın daha büyük bir kopuşun işareti olabilir. Ama birlikte yürürsek, birlikte değişirsek, birlikte savunursak o zaman kurtuluş mümkün olur. Ve bu, sadece mümkün değil, gerekli!
Her şey anlamakla başlar
Funda Alpaslan Talay / Uzman Sosyolog
Yorumlar