İnsan, evrenin derinliklerini keşfetmek ister. Uzak galaksilere, bilinmeyene ulaşmaya çalışır. Ama çoğu zaman en büyük bilinmezi atlar: Kendini.
Peki, sen kendini gerçekten tanıyor musun? Sınırlarını zorladın mı, korkularının köküne indin mi? Yoksa sana öğretileni, toplumun şekillendirdiği bir “sen”i mi benimsedin? Kendini bulduğunu sanarken aslında sana biçilen rolü mü kabullendin?
"Kendimle barıştım ama hiç kendimle tanışmadım" diyorsun. Peki, hiç tanışmadığın biriyle nasıl barıştın? Barıştığını sandığın kişi gerçekten sen misin? Belki de barıştığın, sana dayatılan ama senin sanmaya alıştığın bir kimlikti. Hiç sorgulamadan, yüzleşmeden, hesaplaşmadan gerçekten "ben" diyebilir misin?
Oysa kendini tanımak, sadece huzur bulmak değildir. Aynı zamanda sarsılmaktır. Kendini keşfetmek, her şeyin yolunda olduğunu düşünürken aslında hiç de öyle olmadığını fark etmektir. Sana ait olmayan düşünceleri, alışkanlıkları, korkuları ayıklamak; geçmişin yükünü omuzlarından indirmek ve belki de kendini baştan inşa etmektir.
Sosyoloji bize gösterir ki birey, toplumun, kültürün ve tarihin şekillendirdiği bir varlıktır. Doğduğun andan itibaren değil, yaşadıklarınla gördüklerinle duyduklarınla inşa edilirsin. Ailenin, arkadaşlarının, yaşadığın coğrafyanın sesi, yıllar içinde iç sesin haline gelir. Ama o ses gerçekten senin mi? Yoksa toplumun fısıldadığı, öğrettiği, dayattığı bir yankı mı?
Cinsiyetin, sınıfın, inançların, kültürün… Tüm bunlar sana daha doğmadan bir kimlik biçer. "Böyle olmalısın" der. "Şunları yaparsan kabul edilirsin" diye ekler. Önce nasıl oynayacağını, sonra nasıl giyineceğini, neye inanacağını ve hatta nasıl hayaller kuracağını belirler. Ama o hayaller senin mi? Yoksa başkalarının onaylayacağı bir sen mi yaratmaya çalışıyorsun?
Gerçek özgürlük, bu maskeleri fark etmekle başlar. Toplumun beklentileriyle mi yaşıyorsun, yoksa kendi gerçeğini mi inşa ediyorsun? Hedeflerin, başarıların, mutluluğun… Gerçekten senin mi? Yoksa sana "Bunlar senin" diye sunulan şeylere mi tutunuyorsun?
Kendinle tanışmak, cesurca sorgulamaktır. Öğretilmiş doğruların içinden süzülüp kendi doğrunu bulmaktır. Kendi hikâyeni yazmaya cesaret etmektir. Çünkü ancak o zaman, seni şekillendiren dünyanın dışına çıkabilir, onunla sahici bir ilişki kurabilirsin.
O yüzden sor kendine: Gerçekten kimim?
Bu sorudan kaçma. Çünkü kendinle tanışmadan, kendinle gerçekten barışamazsın. Gerçek barış, yüzleşmekten ve hesaplaşmaktan geçer. Kendi kimliğine sahip çıkmadıkça toplumun biçtiği rollerin ötesine geçemezsin.
Ve belki de en önemlisi, içindeki özgür ve özgün bireyi ortaya çıkarmaktır. Kendinle tanış. Çünkü en büyük devrim, insanın kendini bulmasıyla başlar.